Allah için ilmin üstünlüğü ibadetin üstünlüğünden daha sevimlidir.Bihar’ul-Envar, c. 1, s. 167 Hz. Muhammed (s.a.a)

Kur’an’da Hz. Mehdi (a.s)

Kur’an’da Hz. Mehdi (a.s)

Abdullah TURAN/Erenler2

 

Açıktır ki Kur'an-ı Kerim; insanoğlunun kadınlarının, erkeklerinin, yaşlılarının, gençlerinin, bilginlerinin, cahillerinin,  yoksullarının, zenginlerinin, köylülerinin, şehirlilerinin, göçebelerinin ve yerleşik olanlarının, kısacası hangi sudan ve topraktan, hangi grup ve tabakadan, hangi renk ve ırktan olursa olsun tüm insanlığın, bütün çirkinliklerden arındırılması ve her şeyin doğrusu olan doğru yola hidayet edilmesi için Kadir-i Zül Celal tarafından en son elçisine gönderilen en son ilahi kitaptır. Bunda hiçbir Müslüman'ın kuşkusu söz konusu olamaz. Bu nedenle Kur'an-ı Kerim nüzul vakti olan asr-ı saadetten kıyamete kadar insanoğlunun ihtiyaç duyduğu tüm hukuki, kanuni, ahlaki, eğitsel ve inançsal ihtiyaçlarına cevap verecek bütün dokümanları kendinde barındırmalıdır.

Yine her Müslüman biliyor ve inanıyor ki, Kur'an "Allah kelamıdır" [1] "Ağır sözdür" [2] "Hak vahyidir" [3] "Aziz kitaptır" [4] "Rab ilmidir" [5] Zaman zaman, hazerde veya seferde, gece veya gündüz, camide veya evde, çarşıda veya savaş meydanında, bir sorunun cevabında veya bir gelişme üzerine; bilgilendirmek, yol göstermek, aydınlatmak, müjdelemek, uyarmak veya şifa vermek için inmiştir. Ne buyurmuşsa haktır hakikattir. "Ne önünden, ne de arkasından hiçbir batıl ona bulaşamaz." [6] Geçmişte ve gelecekte hiçbir ekol, hiçbir düşünce ve ilim onun gerçeklerini iptal edemez, onun yanlışını çıkaramaz. Onun ihtiva ettiği sözlerin diğer sözlere üstünlüğü Allah'ın yaratıklarına olan üstünlüğü gibidir." [7]

Onun, yüreği yanan bilge bir doktorun bin bir derde tutulmuş bir hastaya verdiği reçete gibi, hem geçici ilaçları vardır, hem de daimi dermanları. "O, Allah'ın rahmet sofrasıdır." [8] O sofra başında oturan hiç kimse eli boş kalkmaz. Bununla birlikte yaratanın emriyle aslı "lehiv'de mahfuzdur" [9] "Kitap'ta saklıdır" [10] ve "Saygın sahifelerde temiz tutularak üstün kılınmıştır" [11] ki, hakikatleri ve bilgi cevherleri ehil olmayandan uzak kalsın. Zira ki, "Ona temizlerden başkası dokunamaz." [12] "Onun bir zahiri vardır, bir de batını." [13] "Onun batının da bir batını ve zahirinin de bir zahiri vardır." [14] Yüce yaratıcı onun bir kısım ayetlerini muhkem kılarken, bir kısmını da müteşabih kılmıştır ki, kalplerinde eğrilik olanlar denenip tanınsın ve onda tevil arayanlar bilsinler ki, "Onun tevilini ancak Allah ve ilimde kökleşmiş kişiler bilebilir." [15]

İlaveten, bu ilahi kitapla azıcık aşinalığı olan her kes, onun ilahî hüküm ve esasları açıklarken, kendine özgü bir yöntem izlediğini ve birtakım değişmez prensiplere dayandığını bilmektedir.

Kimse, Kur'an-ı Kerim'in dinî esas ve hükümleri açıklarken onları genel çerçevesiyle belirtmekle yetindiğini, ilgili teferruatın beyanını ise Hz. Resulullah (s.a.a)'a havale ettiğini inkâr edemez.

Örneğin, Kur'an-ı Kerim'de namaza, oruca, zekâta, hacca, cihada, emr-i bil-marufa, humusa vs. gibi birçok şeye emredilmiş, ama bunlarla ilgili detaylı açıklamalar Allah Resulü'ne havale edilmiştir.

Keza, Kur'an-ı Kerim'de birçok yasaklardan bahsedilmiş, yine onlarla ilgili teferruatın, özellikle de hukuksal ve cezai yönlerinin açıklanması Allah Resulü tarafından yapılmıştır.

Yine Kur'an-ı Kerim'de devlet ve millet ilişkisinden, toplumsal yaşamın gereği olan hukukî ve ekonomik sistemden söz edilmiş, bunlarla ilgili detaylar yine Allah Resulü'nün sünnetine bırakılmıştır.

Keza, Kur'an-ı Kerim'de kalu bela, berzah ve mead gibi birçok itikadı mevzular ana hatlarıyla vurgulanmış, bunlarla ilgili detaylı bilgiler Allah Resulü tarafından verilmiştir. Öyle ki, bütün bu konularda Allah Resulü'nün beyanı olmaksızın, Müslümanların İslam dininin neye emrettiğini, neden sakındırdığını ve neye itikat etmeleri gerektiğini buyurduğunu anlamları imkânsızdır.

Zaten Kur'an-ı Kerim de Kur'an ayetlerinin açıklamasını yapmayı Allah Resulü'nün başta gelen görevlerinden saymıştır.

Allah Teala buyurmuştur ki: "Sana da, insanlara gönderileni açıklayasın diye Kur'ân'ı indirdik. Belki düşünürler." [16]

Yine Allah Teala Resulü'nün Kur'an ayetlerini tilavet etmekle birlikte insanları tezkiye ettiğini, onlara hikmeti ve bilmediklerini öğrettiğini beyan ederek buyurmuştur ki: "Nitekim Biz size, ayetlerimizi okuyacak, sizi her kötülükten arıtacak, size Kitâb'ı ve hikmeti öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek aranızdan, bir Peygamber gönderdik." [17]

Sonra Allah Teala Aziz Elçisi'nin bütün konuşmalarının ilahi menşeli olup vahiy olduğunu, onun kendi yanından bir şey söylemediğini garanti altına alarak buyurmuştur ki: "Arkadaşınız sapmadı, azmadı. O, havadan konuşmaz. O'(nun konuştukları) kendisine vahyedilen vahiyden başka bir şey değildir." [18]

Yine buyurmuştur ki: "Eğer o (Muhammed), Bize karşı bazı sözler uydurmuş olsaydı, Biz onu kuvvetle yakalardık, sonra onun şah damarını koparırdık." [19]

Durum böyle olunca Allah Resulü, sözüyle, eylemiyle ve taşıdığı bütün özellikleriyle ümmet için kâmil bir örnek durumundadır. Ümmetin her konuda onu baz alması ve onun bütün açıklamalarına ve icraatına can-u gönülden inanıp itaat etmesi gerekmektedir.

Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Andolsun ki, sizin için, Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok anan kimseler için Allah Resulü'nde en güzel örnek vardır." [20] 

Yine buyurmuştur: "Elçi size ne emir verirse hemen tutun ve size neyi yasaklıyorsa hemen sakının." [21]

Yine buyurmuştur: "Ey iman edenler! Allah ve Peygamber, sizi, hayat verecek şeye çağırdığı za­man icabet edin…" [22]

Yine buyurmuştur: "De ki! "Eğer gerçekten Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışla­sın. Allah affeder ve merhamet eder." [23]

Yine buyurmuştur: "De ki: "Allah'a itaat edin; Peygambere itaat edin." Eğer yüz çevirirseniz, bilin ki o Peygamber, kendisine yükletilenden ve siz de kendinize yükletilenden sorumlu­sunuz. Eğer O'na itaat ederseniz doğru yolu bulursunuz, Peygambere düşen sadece, apaçık tebliğdir." [24]

Bu açıklamalardan "Allah'ın kitabı bize yeter veya açıkça Allah'ın kitabında olmayan bir konuyu kabul etmem" sloganı ile yola çıkıp da Allah Resulü'nün, Kur'an-ı Kerim'de geçen genel mevzulara dair olan tefsir niteliğindeki sünnetini görmezlikten gelmenin bizzat Kur'an'ın kendisiyle çelişmekle birlikte İslam'ın ruhuna da aykırı olduğu apaçık ortaya çıkmıştır. 

O halde itikadı konular da dâhil olmak üzere İslamî mevzuların tamamında Resulullah'ın sünnetini dikkate almak zorundayız. Nitekim Allah Resulü de ümmetinde bu gibi iddialarda olanların var olacağını önceden görmüş ve onların yanlış yolda olduklarını ortaya koyarak şöyle buyurmuştur: "Biliniz ki, kuşkusuz bana Kur'an ve yanında onunla aynı olan bir şey verilmiştir. Uyanık olun ki, karnına düşkün olan biri gelecek ve makamına oturduğunda: "Bizimle sizin aranızda yüce Allah'ın kitabı vardır; onda helal bulduğumuzu helal, haram bulduğumuzu da haram belleriz" diyecektir. Biliniz ki, Allah Resulü'nün haram kıldığı, Allah'ın haram kıldığı gibidir." [25]

Yine buyurmuştur: "Yakındır ki, sizden birisi, makamına oturup arkasına yaslanmış iken, benden bir hadis ona nakledildiğinde, beni yalanlamaya kalkışıp da: "Bizimle sizin aranızda Allah'ın kitabı vardır. Onda helal bulduğumuzu helal, haram bulduğumuzu da haram sayarız" der. Bilin ki, Resulullah'ın da haram kıldığı Allah'ın haram kıldığı gibidir." [26]

Allah Resulü'nün, sünnetinin yazılıp kaydedilmesi ve sonraki nesillere ulaştırılmasına dair olan teşvik ve emirleri de sünnetin İslamî mevzuların ikinci temeli olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Bakınız, Allah Resulü (s.a.a); Kureyş'in: "Bu da bir beşerdir, bizim gibi öfkelenir, bizim gibi duygusallığa kapılır ve birileri hakkında öfke ve rıza içerisinde bir şeyler söylüyor, ondan duyduğun her şeyi yazıp kaydetme" uyarısı üzerine sözlerini yazmaktan vazgeçen Abdullah bin Amir'e; yeminli olarak ağzından haktan gayri bir sözün çıkamayacağını ve çıkmadığını belirterek, kendisinden duyduğu her şeyi yazmasını emrediyor. [27]

Yine, kendisinden duyduğu hadisleri hıfzedemediğinden şikayet eden ashabının eline işaret ederek duyduğunu unutmaması için onları yazmasını emrediyor. [28]

Keza, kendisinden dinledikleri hadisleri yazma müsaadesi isteyen ashabına yazma emri vererek onların hadis yazmalarına izin veriyor. [29]

Sonra da: "Allah sözümü dinleyip, muhafaza ederek dinlemeyene ulaştıran kulu mutlu kılsın. Bir çok fıkıh taşıyan var ki, kendinden daha bilgilisine onu ulaştırır." [30] ve: "Hazır olan sözümü hazır olmayana da ulaştırsın ki, şayet kendinden daha bilgilisine ulaştırabilir" [31] buyurarak ümmete sünnete de sarılmaları gerektiği mesajını veriyor.

Sonuç: Kur'an-ı Kerim'in ayetlerinin tefsirinde Allah Resulü'nün sünneti esas teşkil etmektedir. Mutlaka Kur'an-ı Kerim'de ana hatlarıyla yer alan mevzularda Allah Resulü'nün açıklayıcı sünnetine başvurmalı ve bu gibi ayetleri Allah Resulü'nün sünnetinin ışığında tefsir etmeliyiz. Zaten İslam ümmeti de böyle yapmış ve Allah Resulü'nün hayatı döneminde Kur'an ayetlerini tefsir etmekte o Hazret'e müracaat etmiştir.

Peki, Allah Resulü'nden sonraki dönemlerde Kur'an'ı tefsir etmekte öncelik hakkı olan başka kimseler var mıdır? Yoksa Allah Resulü'nden sonra Kur'an-ı tefsir etmekte bütün müminler eşit seviyede olup hepsi aynı mevkie mi sahiptirler?

Bu hususta da yine Kur'an-ı Kerim'in kendisi ve Allah Resulü'nden gayrisi bize yol gösterici ve aydınlatıcı olamaz.

Kur'an-ı Kerim'e müracaat ettiğimizde, bize bilmediğimiz mevzular ve Kur'an'ın tefsirinde müracaat edebileceğimiz merci olarak ilimde kökleşmişleri ve zikir ehlini gösterdiğini görüyoruz. Allah Resulü'ne müracaat ettiğimizde de Allah Resulü'nün de zikir ehline ve ilimde kökleşmişlere adres olarak ümmeti içerisinden Ehl-i Beyt'ini gösterdiğine şahit oluyoruz.

Evet, Hz. Resulullah (s.a.a) kendisinden sonra ümmete merci olarak Kur'an'la birlikte Ehl-i Beyt'ini göstermiş ve buyurmuştur ki: "Benden sonra aranızda iki değerli ve ağır emanet bırakıyorum; biri Allah'ın kitabı, diğeri de benim soyum olan Ehl-i Beyt'im! Bu ikisine sarılırsanız asla sapmazsınız. Bu ikisi Havuz (havz-u Kevser) başında bana dönünceye kadar asla birbirlerinden ayrılmazlar." [32]

Yine buyurmuştur: "Benim Ehl-i Beyt'im sizin aranızda Nuh'un gemisine benzer; kim o gemiye bindiyse kurtuldu, kim de geri durduysa boğulup helak oldu." [33]

Yine buyurmuştur: "Onlardan (Ehl-i Beyt'im'den) öne geçmeyin ki, helak olursunuz; geri de kalmayın yine helak olursunuz. Ve onlara bir şey öğretmeye kalkışmayın ki, onlar sizden daha bilgilidirler." [34]

Yine buyurmuştur: "Benim Ehl-i Beyt'im İsrailoğullarının Hitta kapısına benzer kim o kapıdan girdiyse bağışlandı." [35]

Yine buyurmuştur: "Yıldızlar yer halkının boğulmaktan kurtulma vesilesidir; benim Ehl-i Beyt'im de ümmetime ihtilaftan kurtulma vesilesidir. Eğer Arap'tan bir kabile onlara karşı çıkarsa, ihtilafa düşer ve Şeytan'ın hizbi olurlar." [36]

Yine buyurmuştur: "Kim, benim hayatımla yaşamayı, benim ölümümle ölmeyi ve Rabbimin diktiği Adin cennetinde meskûn olmayı arzuluyorsa, benden sonra Ali'yi ve onu sevenleri sevmeli ve benden sonra Ehl-i Beyt'ime iktida etmelidir. Çünkü onlar benim tiynetimden yaratılmışlar, benim anlayış ve ilmimi almışlardır. Yazıklar olsun ümmetimden onların fazlını inkar edenlere, onlar hakkında benim akrabalık bağımı kesenlere; Allah onlara şefaatimi ulaştırmasın." [37]

Yine buyurmuştur: "Kim, Benim hayatımla yaşamayı, benim ölümümle ölmeyi ve Rabbimin bana vadettiği cennet olan Huld cennetine girmeyi arzuluyorsa, benden sonra Ali'yi, ondan sonra da zürreyitini sevmelidir. Çünkü onlar sizi hidayet kapısından çıkarmaz ve sapıklık kapısına da sokmazlar." [38] 

Yine buyurmuştur: "Kim, benim hayatımla yaşamayı, benim ölümümle ölmeyi ve Rabbimin bana vadettiği cennete girmeyi arzuluyorsa, Ali bin Ebu Talib'i sevmelidir. Çünkü o sizi hidayetten çıkarmaz ve sapıklığa da sokmaz." [39]

Yine buyurmuştur: "Havuz başında bana dönünceye kadar Ali Kur'an'la Kur'an da Ali iledir." [40]

Yine buyurmuştur: "Ali hak iledir, hak da Ali ile Ali nere giderse, hak da Ali ile gider." [41]

Yine Hz. Ali'ye hitaben buyurmuştur: "Benden sonra ümmetime ihtilaf ettikleri hususları açıklayacak olan sensin." [42]

Yine buyurmuştur: "Ben Ali'denim Ali de benden, bana ait bir hususu, yalnızca ben ya da Ali ulaştırabilir." [43]

Yine buyurmuştur: "Bana iman edip tasdik edeni Ali bin Ebu Talib'in velayetini kabul etmeye tavsiye ediyorum. Kim, onun velayetini kabul ederse, benim velayetimi kabul eder; kim de benim velayetimi kabul ederse, Allah'ın velayetini kabul eder. Kim, onu severse, beni sever, kim de beni severse, Allah'ı sever. Kim, ona buğzederse, bana buğzeder, kim de bana buğzederse, Allah Azze ve Celle'ye buğzeder." [44]

Yine buyurmuştur: "Allah'ım, kim bana iman eder ve beni tastik ederse, Ali bin Ebu Talib'in velayetini kabul etmelidir. Çünkü onun velayeti benim velayetimdir, benim velayetim ise, Allah'ın velayetidir." [45]

Yine buyurmuştur: "Ey insanlar, fazilet, şeref ve menzilet Allah Resulü'nün ve zürriyetinin velayetini kabul etmektedir. Öyleyse, batil yollar sizi kapıp almasın." [46]

Yine buyurmuştur: "Ümmetimin her nesli içerisinde Ehl-i Beyt'imden adil bir grup vardır ki, sapıkların bu dinde yaptıkları tahriflerine, batil yolda gidenlerin uydurma yollarına ve cahillerin tevillerine karşı koyarlar. Bilin ki, imamlarınız sizin Allah'a olan elçilerinizdir. Öyleyse Allah'a kimi elçi gönderdiğinize bakınız." [47]

Yine buyurmuştur: "Benim Ehl-i Beyt'imi, bedende baş, başta da gözler yerine koyun. Baş ancak gözlerle yolunu bulur." [48] ve…

Sonuç itibariyle İslamî akidelerin tümünü bütün ayrıntılarıyla Kur'an-ı Kerim'de aramak doğru değildir. İster itikadî bir mevzu olsun, ister gayri itikadî, eğer İslamî bir mevzu ana hatlarıyla Kur'anda yer alır ve Allah Resulü'nün sünnetinde ve keza Kur'an-ı tefsir etmekle yetkili olduğu ispatlanan Ehl-i Beyt İmamları'nın beyanlarında detayları açıklanırsa, bütün Müslümanların o mevzua iman edip teslim olmaları gerekmektedir.

İşte Kur'an-ı Kerim'in birçok ayetinde ana çerçevesiyle beyan edilmiş bulunan "Mehdilik" akidesi, yani Hz. Mehdi'ye iman olayı da bu İslamî mevzulardan biridir. O halde hiçbir kimsenin; "Ben bu mevzuu bütün detaylarıyla Kur'an'da bulmuyorum, dolaysıyla da ona inanmam" demesi doğru olamaz, hatta böyle bir şey söyleyen bir kimse, bizzat Kur'an'ı Kerim ile çelişir ve onu red etmiş sayılır.

Nitekim, Ehl-i Sünnet'in önde gelen âlimlerinden olan Muhammed bin Hazm el- Endülüsî (456 H./1064 M.) el-İhkam li Usul'il Ahkam kitabında bu mevzua işaretle şöyle demiştir:  "Eğer bir kimse; "Kur'an'da bulduğumuz dışında başka bir dini gerçeği kabul etmeyiz" sözüne bağlı kalırsa, bütün ümmetin icma kararı ile kafir sayılır." [49]

Bu noktaları göz önünde bulundurarak şimdi Hz. Mehdi ve ashabıyla ilgili bazı ayetleri, Hz. Resulullah ve Ehl-i Beyt İmamlarından gelen tefsirleriyle birlikte zikrediyoruz:

1- "Müşrikler hoşlanmasa da; dini (İslam'ı), bütün dinlere galip kılmak için Peygamberini hidayet ve hak dinle gönderen O'dur." [50]

Bu tabir, Saf suresinin 9. ayetinde de aynen tekrarlanırken az bir farkla da Fetih suresinin 28. ayetinde yer almıştır. Fatih suresinin 28. ayeti şöyledir: "Peygamberini hidayet ve hak din ile, bütün dinlere galip kılmak için gönderen O'dur. Şahit olarak Allah yeter."

Görüldüğü üzere naklettiğimiz her üç ayette de Allah Teala İslam'dan ibaret olan dininin diğer dinlere karşı üstünlük ve zafer kazanacağını vadetmektedir.

Şimdi soru şudur: Acaba "li yuzhirehu" tabiriyle ifade edilen bu üstünlük ve zafer nasıl bir üstünlük ve zafer olacaktır? Acaba bu sadece fikir ve düşünce alanında olan bir üstünlük ve zafer mi olacak? Yoksa fiziksel olarak da üstünlük ve zafer sağlanacaktır? Her iki taktirde de bu nispî ve bölgesel bir üstünlük ve zafer mi olacak, yoksa cihanşümul bir üstünlük ve zafer mi sağlanacaktır? Bunu anlamak için, bu ayetleri kendilerinden önceki ve sonraki ayetlerin ışığında değerlendirmekle birlikte, Allah Resulü ve Ehl-i Beyt İmamları'ndan bu ayetlerin tefsiri ile ilgili gelen açıklamaları da göz önünde bulundurmamızın gerektiği açıktır.

Ne ilginçtir ki, hem Tevbe suresinde hem de Saf suresinde bir önceki ayette, benzer tabirlerle, ilahi dini kabullenmeyen güçlerin ağızlarıyla Allah'ın dininden ibaret olan nurunu söndürmeğe çalıştıkları kaydedilmiş, sonra da Allah Teala'nın onlara rağmen dinini bütün dinlere galip kılacağı belirtilerek onların bu çabalarının havanda su dövmekten öteye gitmeyeceği vurgulanmıştır.

Allah Teala Tevbe suresinin 32. ayetinde şöyle buyurmuştur: "Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Halbuki, kâfirler hoşlanmasa da Allah nu­runu mutlaka tamamlamak ister."

Saf suresinin 8. ayetinde de şöyle buyurmuştur: "Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek isterler. Kafirler hoşlanmasa dahi, Allah nurunu, tamamlayacaktır."

Fetih suresinin 27. ayetinde ise, Allah Teala Resulü'ne Mekke'nin fethine dair göstermiş olduğu rüyanın sadık bir rüya olduğunu ve bunun mutlaka gerçekleşeceğini, ancak Müslümanların bilmediği bir hikmetten dolayı onun bir süre ertelendiğini belirtmektedir.

Allah Teala mezkûr ayette şöyle buyuruyor: "Andolsun ki Allah, peygamberinin rüyasının gerçek olduğunu tasdik eder. Allah dilerse, güven içinde, başlarınızı tıraş etmiş veya saçlarınızı kısaltmış olarak, korkmadan Mescidi Haram'a gireceksiniz. Allah, sizin bilmediği­nizi bildi de, sizin için bundan başka, yakın zamanda bir zafer karar verdi."

Açıktır ki, her üç ayetten önce olan ayetleri mülahaza ettiğimizde bu ayetlerde sözü edilen zaferin, fikir ve düşünce alanından öte bir zafer ve üstünlük olduğu anlaşılmaktadır. Zira kendilerinden önceki ayetlerde fikir ve düşünce ötesi bir üstünlük ve zaferden bahsedildiği açıktır. Tevbe ve Saf suresinde din düşmanlarının Allah'ın dininden ibaret olan nurunu söndürme çabalarından bahsetmektedir. Bu söndürme çabası düşünce ve fikir alanında zafer ve üstünlük kazanmadan öte, onu kökten yok etme hareketidir. O halde buna mukabil kazanılan zafer ve üstünlük de düşünce alanındaki bir üstünlük ve zafer değil, onları kökten silip yok eden tam anlamda bir üstünlük ve zafer olur. Fetih suresinde de durum aynıdır. Orada Allah Teala Resulü ve ona tabi olan müminlerin hiçbir korkuları olmaksızın emniyet içerisinde bir fetih gerçekleştireceklerini vurgulamaktadır. Bu fikir ve düşünceden öte bir fetih olduğu ortadadır. O halde ister maksat nispî ve bölgesel bir üstünlük ve zafer olsun, ister cihanşümul, bu ayetlerden sonra gelen ayette vadedilen üstünlük ve zafer fikir ve düşünce ötesi bir üstünlük ve zaferdir. Bu ise, karşıt dinlerin tamamen yok olup gideceği anlamına gelen bir üstünlük ve zaferden gayrisi olamaz.

İlaveten, "zuhur" kelimesinin lügatteki anlamı da fikir ötesi bir galibiyettir. Arap lügatlerinin en meşhur kaynaklarından biri olan "Kamus" kitabında şöyle geçer: "zehere bihi ve aleyhi" ona galip geldi anlamını ifade eder. Keza, Kur'ani terimlerin anlamını beyan eden "Müfradat-ı Rağib" kitabında da: "zehere aleyhi" "ona galip oldu" demektir, der.

Kur'an-ı Kerim'in birçok ayetinde de bu kelime fikir ötesi bir galibiyet ve üstünlük anlamında kullanılmıştır. Örneğin:

"Nasıl olabilir ki, size üstün gelselerdi "yezheru aleykum" ne bir yakınlık, ne de bir ahd gözetirlerdi. Kalpleriyle istemezlerken, sizi ağızlarıyla hoşnut etmeye uğraşırlar; çokları fâsıktır­lar." [51]

 "Ey milletim; Bugün memlekette hükümranlık sizindir, galip olanlar sizsiniz. Ama Allah'ın baskını bize çatınca, O'na karşı bize kim yardım eder?" [52]

"İsrâiloğullarının bir takımı böylece inanmış, bir takımı da inkâr etmişti; ama Biz, inananları düşmanlarına karşı destek­ledik de üstün geldiler." [53]

  Bu ayetlerde "zuhur" kelimesinin fikir ötesi bir üstünlük anlamında kullanıldığı açıktır.

O halde "zuhur" kelimesinden ilk olarak akla gelen fikir ötesi bir galibiyet ve üstünlüktür. Allah Teala da mezkûr ayetlerde Müslümanlara fikir ötesi bir galibiyet ve üstünlüğün vaadini vermektedir.

Ehl-i Sünnet'in önde gelen müfessirlerinden Fahri Razı bahis mevzuu ettiğimiz Tevbe suresinin 33. ayetinin tefsirinde şöyle der: "Bil ki, bir şeyin başka bir şeye üstünlüğü bazen delil ve burhan açısından, bazen çoğunluk açısından, bazen de galebe ve istila açısından olur. Öte yandan Allah Teala İslam dininin diğer dinlere üstünlük sağlayacağını muştulamıştır. Muştuluk ise, ancak var olmayıp gelecekte gerçekleşecek bir şeye nispet olur. İslam dininin diğer dinlere olan delil ve burhan açısından üstünlüğü ise vaki olup malum olduğundan muştuluğu verilen bu üstünlüğün galebe ve istila üstünlüğü olduğunu kabullenmek gerekir." [54]

Bu ayetlerde vadedilen üstünlük ve galibiyeti sadr-i İslam'da gerçekleşen sınırlı ve nispî üstünlük ve galibiyete da yorumlamak mümkün değildir. Zira bu bizzat mezkûr ayetlerin kendi muhtevasıyla çelişmektedir. Çünkü bu ayetlerde İslam dininin bütün dinlere üstün geleceği belirtilmektedir. Malumdur ki, bütün dinler kavramı yeryüzünde olan dinlerin tamamını kapsamına almaktadır. O halde İslam dini cihanşümul bir galibiyete ulaşacaktır. Bu ise sadr-i İslam'dan şimdiye kadar gerçekleşmediğine göre mutlaka bir gün gerçekleşecektir. Zira Allah'ın vaadinde hilaf olmaz. İşte bundan dolayıdır ki, bu ayetlerin tefsiri ile ilgili gelen hadislerde de bu vaadin İmam Mehdi'inin eliyle gerçekleşeceği vurgulanarak bu ayetlerin o hazretin dönemini muştuladığı belirtilmiştir.

Kutade "dini bütün dinlere üstün kılmak için…" ayetinin tefsirinde demiştir ki: "Bundan maksat; İman edenler, Yahudiler, Sabiiler, Hıristiyanlar, Mecusiler ve Müşriklerden müteşekkil aldı dindir. Bütün bu dinler İslam dinine girecek, ama İslam dini bu dinlerin hiçbirine girmeyecektir. Şüphesiz Allah'ın meşiyet ve kesin iradesi bu hükmedip gönderdiğine yöneliktir. Yani, müşriklerin hoşuna gitmese bile dinini bütün dinlere galip kılacaktır."  [55]

Yine Said bin Mansur, İbn-i Münzir ve Beyhaki süneninde mezkur ayetle ilgili olarak Cabir bin Abdullah'ın şöyle dediğini nakletmişlerdir: "Bu vaat, İslam şeriatına girmemiş olan Yahudi, Hıristiyan ve her hangi bir şeriat sahibi tek bir kişi bile kalmadığında gerçekleşecektir." [56]

Bu mana Ebu Hüreyre'den de nakledilmiştir. Fahri Razı der ki: "Ebu Hüreyre'den rivayet edilmiştir ki, o şöyle demiştir: "Bu, Allah Teala'nın İslam dinini bütün dinlerden üstün kılacağına dair bir vaadidir. Bu vaat, tam olarak İsa'nın zuhur ettiğinde gerçekleşecektir." Suddi ise şöyle demiştir: "Bu, Mehdi'nin zuhur ettiğinde gerçekleşecektir. O zaman İslam dinine girmeyen, ya da haraç ödemeyen tek bir kişi bile kalmayacaktır." [57]

İbn-i Kesir de kendi tefsirinde bu ayetle ilgili olarak şöyle der: "İslam dini bütün dinlere galip gelecektir. Nitekim sahih hadiste Allah Resulü: "Doğularıyla batılarıyla yerkürenin tamamı benim için dürüldü. Ümmetimin hükümdarlığı da benim için ondan dürülen her yere ulaşacaktır…" [58] buyurmuştur.

Yine İbn-i Kesir imam Ahmed'din Allah Resulü'nden naklettiği şu hadise yer vermiştir: "Yakında yerkürenin doğuları ve batıları sizin için fethedilecektir. Onun çalışanlarından Allah'tan çekinen ve emaneti eda edeni hariç geri kalanı cehennem ehli olacaktır." [59]

Yine Temimi Dari'den naklen Allah Resulü'nün şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Bu iş gece ve gündüzün ulaştığı her yere ulaşacaktır. Hiçbir çamur ve yünden olan ev kalmayacaktır ki, Allah ona bu dini sokmasın. Ya bu dinle izzet verecek ye de zelil kılacaktır. Böylece Allah İslam'ı izzetlendirecek, küfrü de zelil edecektir." [60]

Yine Mikdat bin Esvet'ten naklen Allah Resulü'nün şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Yeryüzünde çamurdan veya yünden hiçbir ev kalmayacaktır ki, o eve İslam kelimesi girmesin. İslam onlara ya izzet ye de zillet getirecektir. Ya onları aziz kılıp İslam ehli yapacak, ya da onları zelil kılıp İslam'ın hükmüne baş eğdirecektir." [61]

İbn-i Cezzi de bu ayetle ilgili olarak şöyle demiştir: "İslam dinini üstün kılmanın anlamı onu âlemin doğu ve batısını kapsayacak şekilde bütün dinlerin üstüne çıkarıp hepsinden güçlü kılmaktır." [62]

Büyük Şafii âlimlerinden Allame Ebu Abdullah Muhammed bin. Yusuf Genci "el-Beyan fi-Ahbari Sahib-iz Zaman" adlı kitabının 103. sayfasında şöyle yazıyor: "Said b. Cubeyr, bu ayetten Fatımat-üz Zehra selâm'ullahi aleyha'nın neslinden olan Hz. Mehdi'nin kastedildiğini söylemiştir." [63]

Ehl-i Beyt İmamları da bu ayetlerin İmam Mehdi (a.s)'ın dönemini muştuladıklarını vurgulamışlardır. Örneğin:

Şeyh Saduk, Ebu Basir'den şu hadisi rivayet eder:

Hz. İmam Sadık, "Müşrikler hoşlanmasa da; dini (İslam'ı), bütün dinlere galip kılmak için Peygamberini hidayet ve hak dinle gönderen O'dur." [64] ayeti ile ilgili olarak şöyle buyurmuşlardır: "Allah'a ant olsun ki, bu ayette zikredilen vaat henüz gerçekleşmiş değildir; Kaim (Kıyam edecek olan Hz. Mehdi) zuhur edinceye kadar da bu gerçekleşmeyecektir. Kaim zuhur ettiğinde onun kıyam ve zuhurundan rahatsızlık duymayacak olan hiç bir kâfir ve müşrik kalmayacaktır. Kâfir veya müşrik olan bir kimse, taşın içine de girecek olsa, o taş dile gelecek ve "Ey mü'min! İçimde bir kâfir var, beni kır ve onu öldür!" diyecektir." [65]

Yine şeyh Saduk kendi senediyle Abdurrahman bin Salit'ten naklen Hz. İmam Hüseyin (a.s)'ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Bizden on iki hidayet eden imam vardır. Onların ilki Ali bin Ebu Talib, sonuncusu ise evlatlarımın dokuzuncusudur. O hak ile kıyam edecek, Allah yeryüzünü ölümünden sonra onunla diriltecek ve müşrikler hoş görmese de onun eliyle hak dini tüm dinlere üstün kılacaktır." [66]

Yine şeyh Saduk kendi senediyle Muhammed bin Müslim Sakafi'den naklen İmam Muhammed Bâkır (a.s)'ın şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Kaim bizdendir. Düşmanlarının korkusu ve ilahi yardım ile mueyyettir. Yeryüzü onun için dürülecek ve yeraltı hazineleri onun için ortaya çıkacaktır. Onun hükümdarlığı doğu ve batının tamamına ulaşacaktır. Allah onun eliyle müşrikler hoş görmese de dinini bütün dinlere üstün kılacaktır. Böylece yeryüzünde onarılmayan bir harabe kalmayacaktır. İsa bin Meryem nazil olup onun arkasında namaz kılacaktır…" [67]

Ayyaşi kendi senediyle İmran bin Meysem'den, Ubaye bin Rab'i'den şöyle nakleder: "Emir-ül Müminin Ali (a.s) Allah Teala'nın "Müşrikler hoşlanmasa da; dini (İslam'ı), bütün dinlere galip kılmak için Peygamberini hidayet ve hak dinle gönderen O'dur." ayeti hakkında şöyle buyurduğunu duydum: "Ali oradakilere: "Acaba bu galebe ve üstünlük gerçekleşmiş mi" diye sordu.

Oradakiler: "Evet" dediler.

Bunun üzerine Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu: "Hayır, canım elinde olan Allah'a andolsun ki bu, ancak yeryüzünde sabah ve akşam Allah'ın birliği ve Muhammed'in onu kulu ve resulü olduğu nidasının yükselmediği hiçbir bayındır yer kalmadığı zaman gerçekleşecektir." [68]

Yine Ayyaşi kendi senediyle Ebil Mikdam'ın Hz. İmam Muhammed Bâkır (a.s)'ın bu ayetle ilgili olarak şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "O zaman Muhammed'in peygamberliğini ikrar etmeyen kimse kalmayacaktır." [69]

Yine Ayyaşi kendi senediyle İbn-i Abbas'ın Allah Teala'nın "müşrikler hoş görmese de dinini bütün dinlere üstün kılacaktır" ayetiyle ilgili olarak şöyle dediğini nakletmiştir: "Bu, İslam'a boyun eğmeyen, bir Yahudi, bir Hıristiyan veya başka bir şeriat sahibi kalıncaya kadar gerçekleşmeyecektir. Öyle olacak ki, koyun ve kurt, sığır ve aslan, insan ve yılan emniyet içerisinde olacaklar. Hatta fare deriyi delmeyecek, (İslam'ı kabul etmeyenlere) haraç koyulacak, haç kırılacak, domuz öldürülecek, işte Allah Teala'nın "müşrikler hoş görmese de dinini bütün dinlere üstün kılacaktır" ayetinin anlamı budur. Bu Kaim'in kıyam ettiğinde gerçekleşecektir." [70]

Sonuç: Şimdiye kadar yaptığımız açıklamalar ve Allah Resulü ve Ehl-i Beyt İmamları'ndan Ehl-i Sünnet ve Ehl-i Beyt kaynaklarında bahis mevzuu bu ayetlerin tefsiri hakkında gelen beyanlar, bu ayetlerin ahır zamanda İmam Mehdi (a.s)'ın önderliğinde gerçekleşecek olan İslam dininin mutlak zafer ve egemenliğini muştuladıklarını açıkça gözler önüne sermiştir. Öyle ki, eğer Kur'an-ı Kerim'de bu hususta başka bir ayet bile olmasaydı, sadece bu ayetler bu mevzuu ispatlamağa yeterli idi. Ancak Kur'an-ı Kerim'in beyanı sadece bunlarla sınırlı değil, bu mevzuu beyan eden daha birçok ayetler vardır.

 


[1] – Bakara/75, Tevbe/6, Fetih/15.

[2] – Müzemmil/5.

[3] – Fatır/31.

[4] – Fussilet/41.

[5] – Hud/14.

[6] – Fussilet/42.

[7] – Kenz-ül Ummal, c. 1, s. 527, Revz-ül Cinan, c. 1, s. 17, Bihar-ül Envar, c. 92, s. 19.

[8] – Sünen-i Daremi, hadis no: 3173, 3174, 31, 81, 31, 88, Bihar-ül Envar, c. 92, s. 19, 267.

[9] – Buruc/21.

[10] – Vakıa/78.

[11] – Abese/13,14.

[12] – Vakıa/ 79.

[13] – Bihar-ül Envar, c. 5, s. 231, c. 24, s. 189, 260, c. 47, s. 338, c. 92, s. 83, 90 el-Mehasin, c. 1, s. 421.

[14] – el-Mehasın c. 2, s. 7.

[15] – Al-i İmran/7.

[16] – Nahl/44.

[17] – Bakara/151.

[18] – Necm/2,3,4.

[19] – Hakka/44, 45, 46.

[20] – Ahzab/21.

[21] – Haşr/13.

[22] – Enfal/24.

[23] – Al-i İmran/31.

[24] – Nur/54.

[25] – Sünen-i Ebu Davud, hadis no: 3988, Müsned-i Ahmed, hadis no: 16546, Ebu İsa Tirmizi, Cami'üs Sahih, c. 5, s. 37, el-Müstedrek, c. 1, s. 109.

[26] – Sünen-i Tirmizi, hadis no: 2588, Müsned-i Ahmed, hadis no: 16564, Sünen-i İbn-i Mace, hadis no: 12, Sünen-i Daremi, hadis no: 585, el-Cami-üs Sahih, c. 5, s. 36, Ebu'l Kasım Tabarani, el-Mucem-ül Kebir, c. 1, s. 316, el-Müstedrek, c. 1, s. 108.

[27] – Sünen-i Ebu Davud, hadis no: 3161, Müsned-i Ahmed, hadis no: 6221, 6511, 6635,6722, 6724, Sünen-i Daremi, hadis no: 484.

[28] – Sünen-i Tirmizi, hadis no: 2590

[29] – Müsned-i Ahmed, hadis no: 6722, 6635, 6724, Sünen-i Daremi, hadis no: 485

[30] – Sünen-i Tirmizi, hadis no: 2580, 2581, 2582, Sünen-i Ebu Davud, hadis no: 3175, Sünen-i İbn-i Mace, hadis no: 226, 227, 228, 3047, Müsned-i Ahmed, hadis no: 3942, 16138, 16158, 12871, 20612, 20608, Sünen-i Daremi, 229, 230, 231, 232

[31] – Sahih-i Buhari, hadis no: 65, 102, 1625, 4054, 5124, 6551, 6893, Sahih-i Müslim, hadis no: 2179, 3180, Sünen-i İbn-i Mace, hadis no: 229, Müsned-i Ahmed, hadis no: 19492, 19512, 19594, Sünen-i Daremi, hadis no: 1836

[32] – Sahih-i Müslim, hadis no: 4415, Sünen-i Tirmizi, hadis no: 3720, 3718, Müsned-i Ahmed, hadis no: 10681, 10707, 10779, 18466, 18508, 2182, 11135, 20596, 20667, 3182, Kenz-ül Ummal, c. 1/44, 47, 154, 165, 322,  c. 3/148, Tefsir-i ibn-i Kesir, c. 4/113, Tefsir-ül Hazin, c. 1/2, 4, ve c. 6/102, Minhac-üs Sünnet, İbn-i Teymiye'nin, c. 2/102, Telhis-ül Müstedrek, Zehebi'nin, c. 3/128, 109, el- Hasais-ül Kübra, Suyuti'nin, c. 2/266, el- Cami-üs Sağir, Suyuti'nin, s. 112, Mesabih-üs Sünne, Bağavi'nin, s. 206, Cami-ül Usul, İbn-i Esir'in, c. 1/187, Mecme-ül Kebir, Tebarani'nin, s. 137, Mucem-üs Sağir, Tebarani'nin, c. 1/135, Mişkat-ül Mesabih, c. 3/258, Dürr-ül Mensur, Suyuti'nin, c. 2/ 60, ve c. 6/7, 306, Zehair-ül Ukba, s. 16, Sevaik-ül Muhrika, s. 148, 149, Yenabi-ül Meveddet, s. 30, 36, 38, 183, 191,296, Üsd-ül Ğabe, İbn-i Esir'in, c. 2/12, Mecme-üz Zevaid, Haysemi'nin, c. 9/162, Müşkül-ül Asar, Tahavi'nin, c. 2/307, c 4/368, Cami-i Beyan-ül İlim, İbn-i Abdulbirr'in c. 2/24, 110, Tebakat-i İbn-i Sa'd, c. 2/192, Feth-ül Kebir, Nebhani'nin, c. 1/503, 451, c. 3/385, Mişkat-ül Mesabih, Amri'nin, c. 3/258, ve….

[33] – Müstedrek-üs Sahihayn, c. 3, s. 150, Macem-ül Kebir, Taberani'nin, s. 130, Mücem-üs Sağir, Taberani'nin, s. 78, Mecme-üz Zevaid, c. 9, s. 168, Uyun-ül Ahbar, İbn-i Kuteybe, ed-Dinuri'nin, c. 1, s. 211, el-Mearif, İbn-i Kuteybe'nin, s. 86, Mizan-ül İtidal, Zehebi'nin, c. 1, s. 224, Tarih-ül Hülafa, Suyuti'nin, s. 573, el-Hasais-ül Kubra, Suyuti'nin, c. 2, s. 266, İhya-ül Meyyit, el-İthaf'ın haşiyesinde basılan Suyuti'nin s. 113, el-Cami-üs Sağir, Suyuti'nin, c. 2, s. 132, es-Sevaik-ül Muhrika, İbn-i Hacer'in s. 150, 184, 234, Tarih-i Bağdat, c. 12, s. 91, el-Bed-u ve't Tarih, Mutahhar bin Tahir el-Mukaddesi'nin, c. 3, s. 22, Şerh-i Nehc-ül Belağa, İbn-i Ebi'‘ Hadid'‘n c. 1, s. 73, Ruh-ül Meani, Alusi'‘in, c. 25, s. 29, Yenabi-ül Meveddet, s. 27, 28, 183, 308, el-Feth-ül Kebir, Nebhani'nin, c. 1, s. 414, c. 2, s. 113, c. 3, s. 133, Zehair-ül Ukba, Taberi'nin, s. 20, Hilyet-ül Evliya Ebu Naim'in c. 4, s. 306, Künüz-ül Hakaik,  el-Menavi'nin, s. 141, İsaaf-ür Rağibin, Nur-ül Ebsar'ın haşiyesinde basılan s. 123, Nur-ül Ebsar, Şeblenci'nin, s. 105, Meşarik-ül Envar, Hasan el-Hamzavi el- Maliki'nin, s. 109, Kenz-ül Ummal, c. 13, s. 84, Esas-ül Belağa, Zemahşeri'nin, c. 1, s. 396, Feraid-üs Simtayn, c. 2, s. 246, ve..

[34] – Sevaik-ül Muhrika, s. 148, 226, Mecme-üz Zevaid, c. 9, s. 163, Yenabi-ül Meveddet, s. 37, 296, Dürr-ül Mensur, c. 2, s. 60, Kenz-ül Ummal, c. 1, s. 168, Üsd-ül Ğabi, c. 3, s. 137.

[35] – Kifayet-üt Talib, Genci Şafii'nin, Hayderiye baskısı, s. 374, Mecme-üz Zevaid, c. 9, s. 168, Macem-üs Sağir, Taberani'nin, c. 2, s. 22, İhya-ül Meyyit, Suyuti'nin, el-İthaf'ın haşiyesinde basılan, s. 113, Yenabi-ül Meveddet, s. 28, 298, Reşfet-üs Sadi, Ebubekir Hazremi'nin, s. 79, Erceh-ül Metalib, Ubeydullah Hanefini'nin, s. 33, Sevaik-ül Muhrika, Muhammediye baskısı, s. 150, Feraid-üs Simtayn, c. 2, s. 242.

[36] – Müstedre-üs Sahihayn, c. 3, s. 149, İhya-ül Meyyit, Suyuti'nin, el-İthaf'ın haşiyesinde basılan, s. 114, Cevahir-ül Bihar, Nebhani'nin, c. 1, s. 361, Zehairr-ül ukba, Taberi'nin, s, 17, Nezm-i Dürer-i Simtayn, Zerendi'nin, s. 234, el-Cami-üs Sağir, Suyuti'nin, c. 2, s. 161, el-Feth-ül Kebir, Nebhani'nin, c. 3, s. 267, Sevaik-ül Muhrika, s. 150, 185, 233, 234, Yenabi-ül Meveddet, s. 17, 20, 21, 188, 191, 298, İsaf-ür Rağibini, Nur-ül Ebsar'in haşiyisende basılan, s. 128, Feraid-üs Simtayn, c. 2, s. 241, 252, Müstedrek-üs Sayihayn, c. 2, s. 448, Mecme-üz Zevaid, c. 9, s. 174, Feraid-üs Simtayn, c. 1, s. 45, 252. 

[37] – Kenz-ül Ummal, c. 6, s. 217, hadis no: 3819, Şerh-i Nehc-ül Belağa, İbn-i Ebu'l Hadid'in, c. 2, s. 450, c. 9, s. 170, Hilyet-ül Evliya, c. 1, s. 86, Kifayet-üt Talib, Genci Şafii'nin, s. 214, Mecme-üz Zevaid, c. 9, s. 108, Tarih-i Dimeşk, İbn-i Asakir'in, c. 2, s. 95, Yenabi-ül Meveddet, s. 126, 313, Feraid-üs Simtayn, c. 1, s. 53.

[38] – Kenz-ül Ummal, c. 6, s. 155, hadis no: 2578, el-Menakib, Harezmi'nin, s. 34, Yenabi-ül Meveddet, s. 126, 127, 149, 150, el İsabe, İbn-i Hacer'in, c. 1, s. 541, Müstedrek-üs Sahihayn, c. 3, s. 128, Hilyet-ül Evliya, c. 4, s. 349, 350, Tarih-i Dimeşk, Ali bin Ebu Talib bölümü, c. 2, s. 99, Mecme-üz Zevaid, c. 9, s. 108, Feraid-üs Simtayn, c. 1, s. 55.

[39] – Müstedrek-üs Sahihayn, c. 3, s. 128, Kenz-ül Ummal, c. 6, s. 155, hadis no: 2577, Hilyet-ül Evliya, Ebu Naim'in, c. 4, s. 349, 350, Mecme-üz Zevaid, c. 9, s. 108, Tarih-i Dimeşk, Ali bin Ebu Talib bölümü, c. 2, s. 99, Feraid-üs Simtayn, c. 1, s. 55,  Taberani, el- Kebir, Fezail-üs Sehabe bölümü.

[40] – Müstedrek-üs Sahihayn, c. 3, s. 24, Sevaik-ül Muhrika, s. 122, 124, 191, el-Cami-üs Sağir, Suyuti'nin, c. 2, s. 56, Feyz-ül Kadir, Şevkani'nin, c. 4, s. 358, Yenabi-ül Meveddet, s. 40, el-Menakib, Harezmi'nin, s. 110, Kifayet-üt Talib, s. 399, Tarih-ül Hülefa, Suyuti'nin, s. 173, Nur-ül Ebsar, s. 73.

[41] – Tarih-i Dimeşk, Ali bin Ebu Talib bölümü, c. 3, s. 119, Tarih-i Beğdat, c. 14, s. 321, el- İmame ve's Siyase, c. 1, s. 73, Münteheb-i Kenz-ül Ummal, Müsned-i Ahmed'in haşiyesinde basılan, c. 5, s. 30, Feraid-üs Simtayn, c. 1, s. 177, Erceh-ül Metalib, Ubeydullah Hanefi'nin, s. 598, Müstedrek-üs Sahihayn, c. 3, s. 124, el-Menakib, Harezmi'nin, s. 56, Şerh-i Nehc-ül Belağa, İbn-i Ebu'l Hadid'in, c. 2, s. 572, el-Feth-ül Kebir, Nebhani'nin, c. 2, s. 131, el-Cami-ül Usul, İbn-i Esir'in, c. 9, s. 420, el-Mehasin ve'l Mesavi, Beyhaki'nin, s. 41, el-İnsaf, Beklani'nin, s. 58, Tarih-ül İslam, Zehebi'nin, c. 2, s. 198, Mecme-üz Zevaid, c. 7, s. 35, Sünen-i Tirmizi, hedis no: 3647.

[42] – Müstedrek-üs Sahihayn, c. 3, s. 122, Kenz-ül Ummal, c. 6, s. 156, Künüz-ül Hekaik, Menavi'nin, s. 188, Tarih-i Dimeşk, c. 2, s. 488, Mektel-ül Harezmi, c. 1, s. 86, el-Menakib, Harezmi'nin, s. 236, Yenabi-ül Meveddet, s. 182, Hilyet-ül Evliya, c. 1, s. 63, Metalib-üs SUAL, İbn-i Talha Şafii'nin, c. 1, s. 60, el-Mizan, Zehebini'nin, c. 1, s. 64, Kifayet-üt Talib, s. 212, Feraid-üs Simtayn, c. 1, s. 145, Feth-ül Melik'ül Ali, s. 18.

[43] – Sünen-i Tirmizi, hadis no: 3653, Sünen-i İbn-i Mace, hadis no: 116, Müsned-i Ahmed, hadis no: 16853, 16856, Hesais-ü emir-ül Müminin, Nesai'nin, s. 20, Tarih-i Dimeşk, c. 2, s. 378, el-Menakib, Harezmi'nin, s. 79, Menakib-ül İmam Ali, İbn-i Meğazili'nin, s. 221, Yenabi-ül Meveddet, s. 55, 180, 181, 371, Sevaik-ül Muhrika, s. 120, Tezkiret-ül Havas, Sibt İbn-i Cevzi'nin, s.36, Mesabih-üs Sünnet, Bağavi'nin, c. 2, s. 275, Cami-ül Usul, İbn-i Esir'in, c. 9, s. 471, el-Cami-üs Sağir, Suyuti'nin, c. 2, s. 56, Riyaz-ün Nazre, c. 2, s. 229, Metalib-üs Sual, s. 18, Müstedrek-üs Sahihayn, c. 3, s. 315.

[44] – Kenz-ül Ummal, c. 6, s. 154, hadis no: 2571, Tarih-i Dimeşk, Ali bin Ebu Talib bölümü, c. 2, s. 93, Menakib-i Ali bin Ebu Talib, İbn-i Meğazili Şafii'nin, s. 230, hadis no: 277, 279, Mecme-üz Zevaid, c. 9, s. 108, Yenabi-ül Meveddet, s. 237, Feraid-üs Simtayn, c. 1, s. 291, el-Kebir, Taberani'nin.

[45] – Kenz-ül Ummal, c. 6, s. 155, hadis no: 2576, Tarih-i Dimeşk, Ali bin Ebu Talib bölümü, c. 2, s. 191, el- Kebir, Tebarani'nin.

[46] – Sevaik-ül Muhrika, s. 105, Yenabi-ül Meveddet, s. 169, 307, Nezm-i Dürer-i Simtayn, Zerendi'nin, s. 207, 208.

[47] – Sevaik-ül Muhrika, s. 90, 148, Yenabi-ül Meveddet, s. 191, 271, 273, 297, Zehair-ül Ukba, s. 17.

[48] – eş- Şeref-ül Muebbed, Yusuf Nebhani'nin, s. 31, İsaf-ür Rağibin, Nur-ül Ebsar'in haşiyesinde basilan, s. 110, fusul-ül Muhimme, İbn-i Sabbağ Maliki'nin, s. 8, Mecme-üz Zeaid, c. 9, s. 172.

[49] – Dr. Abdülgani Abdülhak, Hücciyet'üs Sünnet, s. 253 ve 327.

[50] – Tevbe/33.

[51] – Tevbe/8.

[52] – Mümin/29.

[53] – Saf/14.

[54] – Tefsir-i el- Kebir, c. 16, s. 40.

[55] – Dürr-ül Mensur, Suyuti'nin, c. 4, s. 174.

[56] – Dürr-ül Mensur, Suyuti'nin, c. 4, s. 175.

[57] – Tefsir-ül Kebir, c. 16, s. 40, ayrıca bkz. Tefsir-üt Taberi, c. 14, s. 215, Tefsir-ül Kurtubi, c. 8, s. 121, ed-Dürrül Mensur, c. 4, s. 176.

[58] – Sahih-i Müslim, hadis no: 5144, Sünen-i Tirmizi, hadis no: 2102, Sünen-i Ebu Davud, hadis no: 3710, Sünen-i İbn-i Mace, hadis no: 3942, Müsned-i Ahmed, hadis no: 16492, 21361, 21415.

[59] – Müsned-i Ahmed, hadis no: 22030.

[60] – Müsned-i Ahmed, hadis no: 16344.

[61] – Müsned-i Ahmed, hadis no: 22697, Mecme-ül Beyan c. 5, s. 38, Tefsir-i İbn-i Kesir, Tevbe suresi, 33. ayetin tefsiri.

[62] – İbn-i Cezzi'nin tefsiri, s. 252.

[63] – İhkak-ul Hak, c. 12, s. 175, 178, 179.

[64] – Tevbe/33.

[65] – Kemal-ud Din ve Tamam-un Nime, c.2, s.387, Tefsir-i Furat-ül Kufi, s. 481, Te'vil'ül Ayat, İsterabadi'nin, s. 663, Yenabi-ül Meveddet, Kunduzi'nin, s. 423.

[66] – Kemal-üd Din ve Tamam-ün Nime, c. 1, s. 434, Tefsir-i Nur-üs Sakalayn, c. 2, s. 212.

[67] – Kemal-üd Din ve Tamam-ün Nime, c. 1, s. 447, ayrıca bkz. Fazl bin Şazan, el-Gaybet, Kifayet-ül Muhteda nakline göre, s. 280.

[68] – Te'vil'il Ayat'iz Zahire, s. 689, Mecme-ül Beyan Tefsiri, Saf suresi 9. ayetin tefsiri.

[69] – Tefsiri Ayaşi, c. 2, s. 87, Nur-üs Sakalayn, c. 2, s. 212.

[70] – Te'vil'ül Ayat-iz Zahire, s. 689.