Kutlu Zaman Dilimi Üç Aylar
Üç ayların kendilerine mahsus bir tadı bir şivesi vardır ki, onları yılın diğer aylarından ayırır.Her ayın güzellik ve nefasetinin zahirî duygularımızla hissedilip yaşanmasına mukabil, bu müstesna zaman dilimi kalple ve bâtını duygularla yaşanır. Bu aylarda gönül dünyalarına yönelen insanlar, imanlarından fışkıran ışıklarla eşyanın perde arkasını süze süze, duygularıyla, içinde ebedi bir ömür sürecekleri cennete uyanmış ve ulaşmış gibi olurlar. Onlar için bu aylardaki günler, geceler, hatta saatler ve dakikalar âdetâ bir başka büyüyle gelir-geçer. Gelip geçerken de derecesine göre herkese mutlaka birşeyler fısıldar.
Bu aylarda zaman hep uhrevî renklerle tüllenir. insanlar tıpkı öbür âlemin sakinleriymişcesine mûnisleşir ve sırlı bir derinliğe ulaşırlar. Herkes kendi iç derinliklerinden olduğu gibi, varlığın sînesin-den de ukbâ buudlu bir şiiri dinler ve yığın yığın hülya ve hatıraların, beklenti ve rüyaların gurup ve tulû’larında dolaşır. Yer yer hüzünlü, zaman zaman da neş’eli tedâileriyle üç aylar, bize hem yitirilmiş bir cennetin hasretini hatırlatırlar hem de buğu buğu onu yeniden bulabileceğimiz ümidiyle bütün benliğimizi sararlar. Evet, hayatımızın her dakikasını ayrı bir saadet ve neş’eye, ayrı bir gerilim ve hamleye çeviren bu günlerdeki hâtıra ve tedâiler, duygularımızı sessiz bir şiire, hayatlarımızı da sihirli bir güzelliğe çevirirler.
Biraz da üç aylardaki nurların gönüllere sinmesiyle sokaklardaki ışıklar, minarelerdeki mahyalar, her taraftaki rûhânî canlılık ve ma’bedlere koşan insanların simalarındaki letâfetle dünyadakinden daha çok cennetteki zamanlan hatırlatan bu nûrefşan zaman dilimi, kadrini, kıymetini bilenlere ayrı ayrı lezzetler ve zevk-i rûhâniler sunar. Evet o, îmânı, İslâm’ı, ma’bedi ve ibadeti duyup anlayanları; marifet, muhabbet ve ledünnî hazlara açık olanları, değişik dalga boyundaki ışıklarının renkleri, lâtif lâtif esen havasının incelikleri, uğradığı herkesi büyüleyip geçen zamanın seslerinden toplanmış ve ruhları sarıp okşayan o sonsuz zevk meltemleriyle kucaklar hepimizi.
Hemen her sene zamanın bu altın dilimini idrak edince, âdeta, ötelerin aynı hayat olan o sevimli, neş’eli mavimtırak günlerine bir kere daha kavuşur gibi oluruz. Evet bir kere daha gönül gözlerimizde her yan baharla tüllenir. her tarafta yeniden hayat köpürür. Dağ,bayır yeşerir ve renklerle kahkaha atar. çiçekler raksa durur, bülbüller naralar yağdırır. ve duygular gülden, lâleden alevlerini alıyor gibi olur. Öyle ki her yanda esen bu genel hava gönüllerimizi bir mutluluk va’diyle kaplar ve bize ne bilinmedik, ne sezilmedik şeyler fısıldar. Hatta hayatları kötümserliğe, karamsarlığa kilitlenmiş insanlar bile bu semavî atmosferden nasiplerini alırlar.
Hele günler, o ibadetle derinleşen saatlerini, hayatın gerçek manâsını terennüm etmek için gönüller üstünde bir mızrap gibi hareket ettirdiğinde, kuş cıvıltıları safvetinde ve bir çocuk neş’esi tadındaki ezan dakikalarının cennet güzellikleri kadar etkili ve bu güzelliklere vurgun bir kalp gibi olgun ve dolgun ibadet saatlerinin. Hakk’ı muhatap alma ve Hakk’a muhatap olma ma’nâsıyla tüten duyguların zikr u fikirle göğüslerimizi coşturan şiiri başlar. başlar da, varlığın çehresindeki perdeler sıyrılır ve Hakk’a yakın olmanın o kendine mahsus, huzur ve güven dolu lezzetli, sımsıcak mavi dakikaları bizim olur.
Üç ayların başlangıcı, kamer birkaç gün önce zuhur etse de, rağbetlere açık inayetle tüllenen bir perşembe akşamı "merhaba" der ve bir mızrab gibi gönüllerimize iner. Ulu günlere ve daha bir ulu güne akort olmaya teşne duygularımızı ilk defa uyarıp coşturan "Regâib" bir ses ve enstrüman denemesi gibidir. Yirmi küsur gün sonra gelecek olan mi’rac ise, tam hazırlanmış ve gerilime geçmiş ruhlar için âdetâ, semâvi düşüncelerle, gök kapılarının gıcırtılarıyla ve uhrevilik esintileriyle gelir. Beraat bu tenbihlerle uyanmış ve tetikte bekleyen sinelere kurtuluş muştularıyla seslenir. Kadir Gecesi’ne gelince, bu kadirşinas insanları, tasavvurlar üstü ve ancak bin aylık bir cehd ile elde edilebilecek feyiz ve bereketle kucaklar ve onları afv u mağfiret meltemleriyle sarar.
Üç ayların bu olabildiğince tatlı ve imrendiren sıcaklığı, imânlı gönüller için gece gündüz demeden devam eder. Her gün bütün parlaklık ve canlılığıyla bereketlerini başımıza boşalttıktan sonra gidip ufka kapanınca, arkadan yepyeni, âsûde ve buğu buğu güzellikleriyle bir başka sabah tulü’ eder. gönüllerimizi dolduran, iç âlemlerimizde gizli gizli birşeyler örgüleyen hüşyar gönüller için oldukça hülyalı bir sabah.
Receb ayının girmesiyle Rahmeti Sonsuz’a karşı duâ, niyaz, hamd u senâ ve tam bir teyakkuzla hazırlığa geçen ruhlar, ayın sonuna doğru ötelere uyanmış gibi tam bir seyir zevkine ererler. ererler de hemen herkesin dili, edâsı, üslûbu değişir ve çehrelerini bir heybet, bir ümit sevinci bürür. Herkes daha ziyade kalb diliyle konuşmaya başlar. beşeri sertlikler daha bir yumuşar. ve bunlar arasında bir hayli insan, mi’rac yapacakmışçasına bütün dünyevî ağırlıklarını atar ve âdetâ ruh hiffetine ulaşır. Derken Hakk’a yönelmiş bu insanların gönüllerinden taşan nur ve simalarındaki rengârenk incelik en katı kalpleri dahi yumuşatacak ve rikkate getirecek ölçülere ulaşır.
Receb ayının girmesiyle, her zaman ayrı bir derinlikle tüllenen geceler, daha bir büyülü hal alır ve herkese daha farklı düşünceler ilham ederler. Hele, ondaki bu gecelerin ötelere açık pencereleri sayılan kutlu zaman parçaları, her zaman bize, gönüllerimize benzeyen emeller ve cennet duygularıyla coşan hülyalar aşılarlar. Aşılarlar da, sonsuzluk arzularımızı kucaklar ve ruhlarımıza yeni yeni rüyaların kapılarını aralarlar. Hemen her gece benliğimizde uyukluyor gibi sessiz sessiz duran hislerimizi uyarır ve bize dünyadakinden daha derin saadet düşünceleri ilham ederler.
Kitaplarda "Şehrullâhi-lMuazzam " diye geçen Şa’ban ayını, bütün varlığa ve benliğimize sinmiş bir lezzet gibi duyar ve gönüllerimizin ümide, beklentiye, uhrevî güzelliklere kaydığını hisseder gibi oluruz. O, gecesiyle, gündüzüyle, insana Ramazan besteli büyülü bir musiki gibi tesir eder ve kendisine sığınanları semavi kollarıyla sarar. Bir anne şefkatiyle kucaklar ve onları rahmetin enginliklerinde dolaştırır. Onu kendi ruhuyla idrak edenler için, sanki zaman delinmiş de, duygularımıza zamanüstü âlemlerden birşeyler akıyor gibi olur. Öyle ki, herkes onun aydınlık dakikalarında ve onu duymanın enginliklerinde bir adım daha atsa, kendini, bir sihirli merdivene binip ötelere yürüyecekmiş gibi sanır. Hemen her gün, her gece, her saat ve her dakika fıtratlarımızdaki gizli sonsuzluk arzusu ve ebediyet düşüncesiyle kimbilir kaç defa ötelere ihtiyacımızı hisseder ve bu ayın araladığı pencerelerle emellerimizi seyretmeye koşarız.
Derken sımsıcak, olabildiğince yumuşak ve hummalı dakikalarıyla Ramazan ufukta belirir. vicdanlar teyakkuza geçer, bütün gönüller uyanır, bütün duygular coşar ve insanlar oluk oluk ma’bede akar, oradan da Rabbine yürür. Ramazan’ın gelmesiyle ruhunun ilişki bağları daha bir güçlenir. uhrevî arzu ve emeller daha bir köpürür; köpürür ve duygular üzerine bir mızrap gibi inip kalkan bir Ramazan mülâhazası, inanmış göğüsleri aşkla, şevkle coşturur ve onların ruhlarında âdetâ yangınlar meydana getirir. Denebilir ki, Ramazan senenin en nurlu, en içli, en te’sirli, en lezzetli günleri ve hayatımızın da en önemli bir iç dinamizmi olarak bütün benliğimize siner ve bize en uhrevî hazlar yaşatır.
Çarşı-pazar ve sokakların görüntüsü ötelere ait duygularla köpürür. Evden Camiye, Cmiden mektebe her yerde Hakka yönelişin sevinç ve güveni yaşanır. ibadetle şahlanan göğüsler, bütün güzelliklerini ortaya döker. En mahrem çizgileriyle iç dünyalarından kopup gelen aşklarını, şevklerini haykırırlar.
Evet, Ramazan’daki her seste bir başlangıç va’di, her solukta bir kurtuluş ümidi canlanır. İftarlar, bize bir kısım sırlar fısıldar ve ufkumuzda büyük buluşmanın çağrışımlarıyla tüllenirler.
Ramazan’da hayat o kadar derin ve anlamlıdır ki, konuşulan her söz, duyulan her ses insana, onun gönlünden fışkıran bir besteymiş gibi gelir, gelir de en tatlı nağmeler halinde duygularımız süzülmeye başlar. Her zaman ruhun bir tomurcuk gibi açılmasına ve benliğin derinliklerinde uyuyan duyguların uyanmasına vesile olan ve bizi en büyüleyici, en enfes hülyalar âleminde dolaştıran Ramazan, hepimizi ta iliklerimize kadar bir aşk u şevk ve bir vuslat ihtiyacıyla yoğurur ve gönüllerimize gerçek hayatın neşvesini duyurur.
Ramazan’da tam azığını alabilen herkes, burada elde ettiklerinin ötesinde, yürüdüğümüz bu nurlu fakat biraz buğulu yolun sonunda, hep özleyip durduğu bir ebedî saadetin var olduğunu anlar ve bütün benliğiyle O’na yönelir. Evet, her iftar ve her imsakta insan, kendine yepyeni bir vuslat kapısının aralandığını seziyor gibi olur ve iki adım ötede daha çaplı ve daha büyüleyici bir buluşma ihtiyaç ve ümidini duyar, duyar da bir tarafta gurbet ve yalnızlık, diğer tarafta da beklenti ve hülyalar onları daha engin bir büyü ile sarar ve hakiki aşkın derinliklerine çeker. Öyle ki, onların göğüslerinin enginliklerinde olduğu gibi, mekanın sonsuzluğunda da herşeyin aşk etrafında cereyan ettiğini duyar ve kendilerinden geçerler.