Masumların (a.s) Fiil ve Sözlerinin Delil Oluşu
Soru
1. Nakledilmiş rivayetlerden elde edilen netice üzere bizler Hz. Masumların (a.s) görevini bilmemekteyiz ve onlar kendi davranışlarının nedenini açıklamadıkları sürece biz söz konusu davranışların nedenini bilemeyiz. Bu durumda şöyle bir soru akla gelmektedir: Biz görevlerini bilmediğimiz kişilerin fiillerini nasıl örnek edinebiliriz?
2. Hz Masumların (a.s) fiilleri delil midir? Eğer cevap müspet ise delil olarak fiil mi yoksa söz mü daha üstündür?
3. O yüce şahsiyetleri biz ne ölçüde örnek edinmeliyiz? Örneğin varsayalım Müminlerin Önderi (a.s) Pazartesi günü bir yoldan ve Salı günü ise başka bir yoldan geçmiştir; bizim bu amel karşısında bir sorumluluğumuz var mıdır veya bu fiilleri örnek almanın bizim için bir faydası var mıdır?
4. Bizim Hz. Masumların (a.s) görevini bilmememize binaen, o yüce şahsiyetlerin namazı veya namaz gibi herhangi bir farzı terk etmeye dönük bir davranış sergilemeleri mümkün müdür?
Kısa Cevap
İslâm’ın muteber delillerinden biri Hz. Peygamber (a.s) ve diğer masumların sünneti olup tüm Müslümanlar için Kur’ân âyetleri gibi delil teşkil eder ve sünnet masumun söz, fiil ve tavrı diye üç şekilde yer alır. Hadis ve rivayetlerde belirtilen masumların söz ve konuşmaları “masumun sözü” onların yaptığı amel ve fiiller “masumun fiili” ve bir söz veya ameli teyit etmeleri de “masumun tavrı” olarak adlandırılır. Eğer masum bir işi yaparsa bu ilgili amelin mubah olduğuna delalet eder. Eğer bir işi yapmazsa, bu işin farz olmadığına delalet eder. Ama bundan amelin müstehap, haram veya mekruh oluşu anlaşılmaz.
Elbette bir başka delil veya nişane veyahut alametten istifade ederek bu belirlenebilir. Eğer masumun yaptığı herhangi bir amelin onun nübüvvet veya imamet makamına mahsus amellerden olduğunu bilirsek, biz söz konusu amele itaat etme ve onu kendimize örnek edinme görevi taşımayız. Ama masumun yaptığı bir amelin onun özel amellerinden mi yoksa özel olmayan amellerinden mi olduğu hakkında şüphede bulunduğumuz yerde yükümlülüklerde ortaklık esası şöyle hükmeder: Bizim taşıdığımız tüm yükümlülükleri onlar da taşır. Elbette özel bir takım durumlarda onların başka bir yükümlülük taşıdıklarına dair bir delilimiz olması durumunda mesele fark eder.
İmamların sözlerinin delaleti, onların fiili ve amellerinin delaletinden daha çok ve açıktır. Zira söz ve konuşmada kastedilen şeye tamamıyla delalet eden ve hükmü açık bir şekilde beyan eden özel lafız, kelime ve kavramlardan istifade etme imkânı mevcuttur. Lâkin Hz. Masumların (a.s) namaz gibi bir farzı terk edip edemeyecekleri hakkında şöyle söylemek gerekir: Her ne kadar onlar birçok konuda takiyye etseler de veya kendi yarenlerine takiyye de bulunmayı emretseler de bizzat onların namaz gibi bir farzı terk ettikleri bildirilmemiştir.
Ayrıntılı Cevap
Görevleri, yükümlülükleri ve hakları tanımada İslâm’ın muteber delillerinden biri sünnettir. Ehl-i Sünnet’in bakışında Hz. Peygamber’in (a.s) söz, fiil ve tavrına sünnet denir. Şia’nın bakışında ise tüm masumların söz, fiil ve tavrına sünnet denir. Zira imamlar yüce Allah tarafından Peygamber (s.a.a) aracılığıyla imamet makamına atanmışlardır ve onlar ilahi hükümleri bilmekte ve söyledikleri veya amel ettikleri şey Allah’ın hükmü olup kendilerinin nezdinde bulunmaktadır. Bu, Hz. Peygamber’in (s.a.a) vasıtasıyla veya direkt bir şekilde kendilerine ulaşmıştır. Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Peygamber (s.a.a) bana ilmin kapılarından bin kapı açmıştır ve onların her kapısı da bin kapıya açılmaktadır.”[1]
Bu nedenle imamlar ilahi hüküm ve buyrukların yasalaştırılmasının kaynaklarından biridir ve onların söz, amel ve tavrı bizim için delil sayılır ve onlara riayet etmek gerekir. Allah onların makamını bizim kendi vazife ve yükümlülüklerimizi kendilerinden öğreneceğimiz şekilde karar kılmıştır. Kur’ân-ı Kerim şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ulu’l-emre (idarecilere) de. Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resulüne arz edin. Bu, daha iyidir, sonuç bakımından da daha güzeldir.”[2]
Aziz İslâm Peygamberi (s.a.a) de şöyle buyurmaktadır:
“Ben size iki değerli emanet bırakıyorum: Allah’ın kitabı ve ehlibeytim. Bu iki emanete bağlı kaldığınız sürece asla sapmayacaksınız. Bu iki emanetim havuzun kenarında bana ulaşıncaya dek asla birbirinden ayrılmaz.” [3]
Bundan dolayı Hz. Masumlar (a.s) Allah tarafından atandığından, onların sünneti (söz, fiil ve tavır) delil sayılır ve kendilerine itaat etmek herkese farzdır.
1. Masumun Sözü:
Hadis ve rivayetlerde belirtilen masumların söz ve konuşmalarına “Masumun sözü” denir. Masumların sözlerinde ilahi hükümlerin açıklandığı durumlarda fakih ve müçtehidin koşullara göre ona istinatta bulunması yeterlidir. İmamların sözlerinin delaleti, o yüce şahsiyetlerin fiil ve amellerinin delaletinden daha çok ve açıktır. Zira söz ve konuşmalarda kastedilen şeye tamamıyla delalet eden ve hükmü açıkça beyan eden lafız, kelime ve kavramlardan istifade etme imkânı mevcuttur.
2. Masumun Fiili:
Masumların yaptığı amel ve fiiller “Masumun fiili” olarak adlandırılır. Masumun fiilinin delalet miktarı şudur: Eğer masum bir işi yaparsa, bu işin mubah (sakıncasız) olduğuna delalet eder. Ama bu fiilin farz veya müstehap oluşunu belirlemez. Masum eğer bir işi yapmazsa, bu en azından fiilin farz olmadığına delalet eder. Lâkin fiilin haram veya mekruh oluşuna delalet etmez. Elbette başka bir delil, alamet veya karine aracılığıyla işin farz veya müstehap, haram veya mekruh oluşunu anlamak imkân dâhilindedir.[4]
Bu, yapılan amelin nübüvvet veya imametin kendine has amelleri olmadığı durumda geçerlidir. Ama masumun yaptığı bir amelin onun özel amellerinden olduğunu bilirsek, biz o amele itaat etme ve onu örnek edinme görevini taşımayız. Hz Peygamber (s.a.a) için gece namazının farz oluşu veya dörtten fazla kadınla daimi olarak evlenmesi bu kabildedir. Aynı şekilde masumun yaptığı iş onun kendine has amellerinden midir, yoksa özel olmayan amellerinden midir diye şüphede bulunduğumuz yerde amelin masuma özgü amel ve vazifelerden olmadığı esasınca hareket etmeliyiz. Zira Hz. Peygamber ve imamlar birinci derecede bizim gibi insanlardırlar ve yükümlülüklerdeki ortaklık esası bizim taşıdığımız tüm yükümlülükleri onların da taşıdığına hükmeder.
Elbette bazı özel durumlarda onların başka yükümlülükler ile sorumlu olduklarına dair elimizde delil olursa durum fark eder. O halde masumun amel ve davranışında ilahi hüküm ve kanunların tecelli ettiği durumlarda fakihler, müçtehitler, diğer Müslümanlar ve halk gerekli koşullara riayet ederek ona istinatta bulunabilir ve onun esasınca fetva verebilir veya amel edebilir. Bundan dolayı masumun fiil ve ameli şer’i hükmün beyan edicisidir. Lâkin onun delaleti söz ve konuşma düzeyinde değildir.
3. Masumun Tavrı:
Masum tarafından başkalarının söz veya amellerinin onaylanması ve imzalanmasına “masumun tavrı” denir. Tavrın niteliği şöyledir: Eğer masumun huzurunda bir söz söylenir veya bir amel işlenirse ve onlar bunu teyit eder ve onaylarsa, bunu bir tür teyit etmiş ve onaylamış sayılırlar. Örneğin masumun huzurunda belirli bir şekilde abdest alırlarsa veya namaz kılarlarsa veyahut herhangi bir söz söylerlerse yahut herhangi bir isnatta bulunurlarsa ve masum bunun karşısında susarsa, bu susma masumun söz konusu amel veya sözü onaylamasına ve teyit etmesine delalet eder ve buna “tavır” denir. Zira söz konusu söz veya amel şer’i açıdan yanlış olsaydı iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak esasınca masumun bunun önünü alması gerekirdi. Elbette tavrın delil oluşu bir takım şartlar taşır ve onlar şunlardan ibarettir:
1. Söz konusu söz veya amelin masumun huzurunda söylenmiş veya yapılmış olması gerekir veya masum hazır bulunmazsa haberin kendisine ulaşması ve onun buna karşı bir tavır sergilemesi şarttır.
2. Masumun söz konusu söz veya amele yönelik dikkat ve ilim taşıması gerekir.
3. Masumun hata yaptığı takdirde bireyi bilgilendirmeye ve önünü almaya güç yetirmesi gerekir. Örneğin onlar takiyye halinde olmamalıdırlar.
O halde masumun tavrı, bir başkasının söz veya amelini teyit etmektir. Böyle bir tavır müçtehit için de delil sayılır ve müçtehit gerekli şartlara riayet ederek ona istinatta bulunabilir.
Belirtilen hususlardan şöyle bir netice alınabilir:
Sözün delaleti daha çok ve açıktır. Zira söz ve konuşmada kastedilen şeye tamamıyla delalet eden ve hükmü açık bir şekilde açıklayan özel lafız, kelime ve kavramlardan yararlanma imkânı mevcuttur. Oysaki amelin delalet miktarı çok sınırlıdır ve özel koşullarda sadece fiilin caiz veya farz olmayışına delalet etmektedir. Sorunuzun en son kısmına yanıt verme bağlamında şöyle söylemek gerekir: Her ne kadar Hz. Masumlar (a.s) birçok durumda takiyye yapmışsalar veya yarenlerine takiyye yapmayı emretmişseler de bizzat onların herhangi bir yerde namaz gibi bir farzı terk ettikleri bildirilmemiştir.
[1] Biharu’l-Envar, c. 31, s. 433.
[2] Nisa, 59.
[3] Vesailu’ş-Şia, c. 27, s. 34.
[4] Muzaffer, Muhammed Rıza, Usulu’l-Fıkıh, c. 2, s. 57-62, İntişarat-ı Daru’t-Taaruf, Beyrut, 4. baskı, h.k. 1404/1983.