Ey Ademoğlu eğer dünyadan sana yetecek kadarını istersen ondan çok azı bile sana yeter, ama eğer sana yetenden daha fazlasını istersen onun tamamı bile sana yetmez.Kafi, c. 2, s. 138 İmam Ali (a.s)

Nehcü’l-Belâğa’yı Tanıyalım

Nehcü’l-Belâğa’yı Tanıyalım

 

Nehcü’l-Belâğa, Hz. Ali’nin (a.s) kısa hilafeti döneminde buyurmuş olduğu 239 hutbe, 79 mektup ve 480 hikmetli kısa sözden oluşan bir kitaptır. Seyyid Razî[1] adıyla meşhur olan ve büyük Şia âlimlerinden biri sayılan Muhammed b. Hasan el-Musavî (359-406) söz konusu hutbe, mektup ve kısa sözleri bir araya toplayarak değerli bir eser oluşturmuş ve bu eseri Nehcü’l-Belâğa olarak adlandırmıştır. O, bu değerli kitabı hicrî 400 yı­lında kaleme almıştır. Nehcü’l-Belâğa yazarı Seyyid Razî, bu eseri oluşturma hedefi hususunda kitabın ön­sözünde şöyle demektedir:

“Ömrümün baharındayken ve ömür dalım henüz ta­zeyken, İmamların (a.s) özellikleri ve faziletleri hak­kında bir kitap (Hasaisu’l-Eimme) yazmaya başladım. Bu kitapta, o zatların güzel ve değerli sözleri vardı. Elbette bu kitabın başında da belirttiğim gibi, bu işe belli bir hedef ve niyetle giriş­tim. Ama İmam Ali’nin (a.s) özgün hususiyetlerini yazdıktan sonra bu kitabı bölümlere ve kısımlara ayırdım. Son bölümünde uzun hutbeler ye­rine, öğütlerini hikmetlerini, örneklemelerini ve kısa edebî sözlerini bir araya topladım.”

“Bazı dostlarım bu kitabı okuyunca çok beğenip öv­dü­ler, fesahat ve belagati ile eşsizlik ve özgünlüğüne hayran oldular. Bu nedenle benden İmam Ali’nin (a.s) çeşitli dallarda ve konulardaki öğüt, yazı, hutbe ve hik­metli sözlerini toplayarak derlememi istediler. Onlar İmam Ali’nin (a.s) bu sözleri­nin fesahat ve belagatini, Arapçanın incileri, dinî-dün­yevî sözlerin nuranî olduğunu çok iyi biliyorlardı; çünkü böylesi özellikler hiçbir beşerî söz ve kitapta bir araya gelmemiştir. İmam Ali (a.s), fesahatin kapısı, belagatin temeli ko­numundadır. Fesahat ve belagatin gizlilikleri onun sözle­rinde tecelli etmiş ve onunla bir düzene girmiştir. Her ha­tip onun örneklendirmelerini almış, her vaiz onun sözle­rinden yararlanmıştır. Buna rağmen o, herkesten ileri­dedir ve onlar İmam Ali’den (a.s) geri kalmışlardır. Zira onun sözlerinde ilâhî ilmin izi ve Peygamber’in (s.a.a) kokusu vardır. Ben de bu isteklerine icabet ettim ve telif ettiğim bu eserin adını da Nehcü’l-Belâğa koydum.”[2]

Nehcü’l-Belâğa kitabı 1000 yıl boyunca sürekli ilim, edep ve ilâhî öğretiler semasında nurlu bir güneş gibi parlamış, ışık saçmış; İngilizce, Fransızca, Almanca, Farsça, Urduca ve Türkçe dillerine tercüme edilip basıl­mıştır. İslâm bilginleri bu kitap için sayısız şerhler, talikalar, lügat açıklamaları, lafız beyanları, seçmeler, özetler, Nehcü’l-Belâğa’da Gezintiler ve Nehcü’l-Belâğa’dan Dersler adı altında sayısız kitaplar kaleme al­mışlardır.

Merhum Muhaddis Nurî, Seyyid Razî’nin Hesaisu’l-Eimme adlı kitabının bir nüshasının Şeyh Hadi Âl-i Kaşifu’l-Gıta’nın kütüphanesinde ve bir nüshasının da Hindistan Rambur Kütüphanesi’nde bulunduğunu söylemiştir. Aynı zamanda hicrî 1369 yı­lında da Necef-i Eşref’te de basılmıştır.[3]

Yazıldığı ilk yıllarda, bir kitap hakkında doğru dürüst bir hüküm vermek mümkün değildir. Şahsi sevgi, kin ve önyargılar, zayıf ve güçlü noktaların gizli kalması ve benzeri sebepler kitabın gerçeğinin gizli kalmasına veya değişik gösterilmesine sebep olabi­lir. Ama bin yıldır bilginlerin fikirlerini üzerinde yoğunlaştırdıkları, ince görüşlü dü­şünürlerin bilgisine ve basiretli insanların görüşüne su­nulan bir kitapta bu tür ihtimaller düşünülemez. Bütün bunlara rağmen bir kitap, değerini korumuş ve dikkatleri kendi üzerinde odaklandırmışsa bu, o kitabın önem ve yüksek değerini gösterir.

Bilginlerin İtirafları

Farklı İslâm mezheplerinden birçok edebiyatçı ve ilim erbabı, Nehcü’l-Belâğa kitabını çok dakik bir şe­kilde incelemiş, hakkında değişik görüşler belirtmişlerdir. Araştırmalarının sonunda kısaca şu itiraflarda bulunmuş­lardır:

1- İbn Ebi’l-Hadid şöyle demektedir: “Nehcü’l-Belâğa’nın bir tek satırı, İbn Nubate’nin bin satırına be­deldir. Oysa İbn Nubate, bilginlerin ortak görüşü esa­sınca kendi asrının yegâne hatibi ve usta konuşmacısıydı.”[4]

2- Dr. Zeki Mübarek ise şöyle diyor: “Başka çaresi yok, açık bir şekilde itiraf etmeliyiz ki, Nehcü’l-Belâğa muteber bir kaynağa sahiptir. Aksi takdirde Şiîlerin, yeryüzünde belagat ve fe­sahat şaheseri sözler söylemekte insanların en üstünü olduğunu söylememiz gerekecektir.”[5]

3- Alusî de şöyle diyor: “Ali b. Ebu Talib’in hutbele­rini içeren Nehcü’l-Belâğa, ilâhî kelam nurunun bir ışığı­dır ve nebevî mantık fesahati ile parlayan bir güneştir.”[6]

4- Üstat Halil Hindavî şöyle diyor: “Nehcü’l-Belâğa gibi farklı bölümlerinin, bir tek üslupla ve bir kişi tarafından yazılan bir başka kitap göremiyorum. Bu yüzden önemle vurguluyor ve tekrar ediyorum ki, Nehcü’l-Belâğa bir tek şahıstan ortaya çıkmış ve ona bir tek nefes üflenmiştir.”[7]

5- Mersefî ise şöyle diyor: “Nehcü’l-Belâğa, Kur’ân’ın fesahat, mucize, hidayet, ilim ve hikmet nuru için canlı bir örnektir. Bu kitap deha sahibi bilginlerin, seçkin filo­zofların ve büyük hikmet sahibi kimselerin kitapla­rında görülmeyen nurlu öğütler, siyasî kanunlar ve yüce hik­metlerle doludur.”[8]

6- Yazıcı??? da şöyle söylemektedir: “Eğer ilim, edep ve yazı açısından rakiplerine üstün gelmek istiyorsan, Kur’ân ve Nehcü’l-Belâğa’yı ezberlemen gerekir.”[9]

7- Alusî Bağdadî şöyle diyor: “Nehcü’l-Belâğa, Müminlerin Emîri İmam Ali’nin (a.s) hutbelerini içermekte olup, yaratıkların sözünün üstünde ve Allah’ın sözünün altında bir kitaptır. Mucize derecesine çok yakın, haki­kat ve mecaz yollarını ortaya koyan bir şaheserdir.”[10]

8- Yine İbn Ebi’l-Hadid şöyle diyor: “Fesahat ve belagat öğrenmek ve sözlerin üstünlüğünü bilmek isteyenler, Nehcü’l-Belâğa’daki hutbeler üzerinde düşünmelidirler. Zira Allah ve Resulü’nün sözü dışında hangi sözle mukayese edilirse edilsin, karanlık bir taş karşısında parlak bir yıldız gibi durmaktadır. Ayrıca bu kitaptaki aydınlığı, nuraniyeti ve azameti görmeli; nasıl bir korku ve dehşet yarattığını algılamalıdırlar. Allah bu kitabın konuşmacısını (Hz. Ali’yi) en hayırlı mükâfatlarla mükâfatlandırsın. İmam Ali bazen kılıcıyla İslâm’ı savunmuş, bazen de dili, beyanı, fikri ve kalbiyle İslâm düşmanlarının karşısında durmuştur. Cihat hususunda o, mücahitlerin efendisi, nasihatte vaizlerin en etkilisi, fıkıh ve tefsirde fakih ve müfessirlerin re­isi, adalet ve tevhitte adil ve muvahhitlerin önderidir. Allah’a hiç de zor değildir bütün âlemi bir insanda toplaması.”[11]

9- İbn Ebi’l-Hadid bir başka yerde ise şöyle demekte­dir: “Tevhit, adalet ve benzeri ilâhiyat konuları, bu ilâhî şahsın sözleri olmaksızın asla anlaşılamaz. Bü­yük sahabelerden nakledilen sözlerin hiçbirinde bu tür konuşmalara rastlamak mümkün değildir. Belki bu konuşmalar akıllarından dahi geçmiyordu. Zira akıllarından geçmiş olsaydı, beyan ederlerdi. Evet, bu Ali’nin (a.s) en büyük faziletlerinden biridir.”[12]

10- Dr. Zeki Mübarek diyor ki: “Ben öyle ina­nıyorum ki, Nehcü’l-Belâğa kitabını okumak insandaki cesaret ruhunu, mertliği ve nefis azametini güçlendir­ir. Zira Nehcü’l-Belâğa kitabı, zorluklara aslanlar gibi göğüs geren güçlü bir ruhtan ortaya çıkmıştır.”[13]

11- Muhammed Emin Nevevî şöyle diyor: “Ali (a.s) bütün Kur’ân’ı ezberlemiş ve bütün sırlarından haber­dardı. Kur’ân, Ali’nin eti ve kanıyla karışmıştır. Bu ger­çeği sadece Nehcü’l-Belâğa okuyanlar anlayabi­lirler.”[14]

12- Üstat Emin Nahle şöyle ediyor: “Her kim nefis hastalığının iyileşmesini istiyorsa,, İmam. Ali’nin (a.s) Nehcü’l-Belâğa’daki sözlerine yönelmeli ve o kitabın ışı­ğında yü­rümeyi öğrenmelidir.”[15]

13- Muhammed Emin Nevevî, İmam Yahya Ye­menî’nin Nehcü’l-Belâğa hakkındaki şu sözlerini nakletmektedir: “Her güçlü konuşmacı Ali’nin (a.s) sözlerinin manasından içmiş ve her belagat sahibi hatip onun metoduyla konuşmaya çalışmıştır. Ali fesahat ve belagatın kaynağı, yüklü yağmurların bulutudur.”[16]

14- Abbas Mahmud Ukad şöyle diyor: “Nehcü’l-Belâğa kitabında tevhit ayetlerinin ve ilâhî hikmetlerin feyizleri vardır ve bu feyizler, ilâhî öğretileri ve tevhidî ilkeleri öğrenmek isteyenlerin zihnini genişletmekte, ba­siret sahibi kılmaktadır.”[17]

15- Muhammed Abduh şöyle diyor: “Nehcü’l-Belâğa’yı mütalaa edince, fesahat devleti ve belagat aza­meti gözümde tecessüm etti. Bu yüzden yakin ettim ki bu devletin yöneticisi, bu azametin kahramanı ve muzaffer bayraktarı hiç şüphesiz Ali b. Ebu Talib’tir. Nehcü’l-Belâğa’nın İmam Ali’nin (a.s) sözleri olduğundan şüphe eden­lerin boş hayalleri gözlerimde yok oldu, bozuk düşünce­leri ve batıl hayalleri silinip gitti.”[18]

16- Corc Jardak şöyle diyor: “Ali b. Ebu Talib, akıl açısından eşsiz bir insandı. İmam Ali İslâm’ın kutbu, İslâmî öğretilerin kaynağı ve Arap ilimlerinin çeşmesiydi. Araplar arasında varolan bütün ilimlerin temelini hiç şüphe yok İmam Ali atmıştır veya en azından bu konuda büyük bir katkıya sahiptir.”[19]

17- 255 yılında vefat eden Cahiz ise Hz. Ali’nin (a.s) bir tek cümlesi hakkında şöyle demektedir: “Allah-u Teala bu kısa cümleye, sahibinin temiz niyeti ve takva­sıyla uyum arz eden azametten bir elbise, hikmet nurun­dan bir perde giydirmiştir.”[20]

Hz. Peygamber’in (s.a.a) ashabı arasında bir grup kimse ilâhî ve manevî açıdan yüce makamların sahibi olmuşlardır. Ama onların hiçbirinin, Nehcü’l-Belâğa gibi canlı ve olumlu bir eser bıraktığı görülmemiştir. Hatta Nehcü’l-Belâğa’nın nicelik açısından onda biri, ni­telik açısından ise binde biri kadar dahi başkalarından miras kalmamıştır. Bu yüzden gerçekçi olan bir araştırmacı, başkaları hakkında nakledilen o makam ve dereceler hu­susunda şüpheye düşer ve bu nakledilenler hususunda birtakım bağnazlıkların, taraftarlığın, uydurma ve tahrifin rol oynadığı ihtimalini kabul eder. Ama Nehcü’l-Belâğa gibi aydın ve canlı bir eserin varlığı, bir ışığın güneşin varlı­ğına delaleti gibidir. Zira ilim ve sanat, uydurulacak bir şey değildir. Marifet ve ilimleri Ali b. Ebu Talib’in (a.s) derece­sine ulaşamayan bir insan, Nehcü’l-Belâğa gibi bir kitabı asla yazamaz.

Dünyada bir üstünlük ve deha elde eden kimseler hiç şüphesiz insanların dar görüşlülüğü, haset, it­ham ve kö­tülüklerinden uzak kalmaz. Deha sahibi insanların ve hatta ilâhî peygamberlerin hiçbirisi bu tür ithamlardan kurtulamamışlardır. Bu nedenle Nehcü’l-Belâğa’yı telif eden ve beyan eden kimse de bu kınama ve eleştirilerden korunamamıştır. Ama yaptığım araştırmalarda da gördüğüm gibi hiç kimse, Nehcü’l-Belâğa’nın fesahat ve belagatı açısından bir şek ve şüpheye asla düşmemiştir. Nitekim gördüğümüz gibi dünyada birçok edebiyatçı ve belagat sahibi kimseler de Nehcü’l-Belâğa’yı övmüş, üstünlüğünü kabul etmişlerdir. Kur’ân ve Nebiyy-i Ekrem’in (s.a.a) sözünden sonra eşsiz benzer­siz olduğunu kabul etmişlerdir.

Arap edebiyat ve belagatçilerinin Nehcü’l-Belâğa kitabının belagati hususunda hiçbir şüphe ve ithama düşmemelerinin nedeni, belki de onun bir benzerini getirmekten aciz ve güçsüz kalışları­dır. İşte bu yüzden de Nehcü’l-Belâğa’nın üstünlüğünü ifade etmek zorunda kalmışlardır.

Daha önce de beyan ettiğimiz gibi bir şey hakkında bin yıl sonra verilen bir hüküm, her türlü sapmadan ve kusur­dan uzaktır. Bu sözün daha iyi anlaşılması için değerli okuyucuların, hatta Şiî olmayan birçok eleştirmen ve ede­biyatçıların sözlerine dikkat etmelerini istiyorum.

İmam Ali’nin (a.s) Sözünün Değerlendirilmesi

Bazı edebiyat ve belagat bilginleri, Hz. Ali’nin (a.s) sözlerini dünyadaki diğer edebiyatçıların sözleri ile mu­kayese etmek, yorum ve tahlile tâbi tutmak istemişlerdir ve bu yolda oldukça ince ve derin araştırmalar yapmış­lardır. Bunlardan bazılarına yer vermek istiyo­ruz:

1- İbn Ebi’l-Hadid Mütezilî, Nehcü’l-Belâğa’nın hut­belerinden birini şerh edip açıkladıktan sonra, İmam Ali’nin sözü ile İbn Nubate’nin sözünün mukayesesi adı altında bir bölüm açmış ve şöyle demiştir: “Burada bü­yük hatip Abdurrahim b. Nubate’nin hutbelerinden bir bölümüne yer vereceğiz. Bu hutbeler bazı açılardan diğer hutbelerle karşılaştırıldığında, bunların daha incelikli ve üstün oldukları göze çarpmaktadır. İnsanlar, İbn Nubate’nin hutbelerinin aşığı olmuşlardır. Bütün uzman­lar, İbn Nubate’nin öğütlerinin son de­rece güzel ve çekici olduğu konusunda ittifak etmişlerdir.”[21]

Ardından İbn Nubate’nin şöyle başlayan öğüt dolu hutbelerinden birini nakletmiştir: “Ey insanlar, hazır­lıklı olun; aranızda göç zili çalınmıştır. Önce çıkın; şüphe­siz ki teslim alınacağınız an yaklaşmıştır.”

Daha sonra bu hutbenin bazı kelimelerini inceleyerek şöyle demiştir: “Bir yerde ‘kahkari’ kelimesi bir satı­rın yarısında tekrarlanmıştır ve bu, edebî açıdan olumlu sayılmaz. Kaldı ki, bu hutbenin içindeki bazı kelimeler de kulağa asla hoş gelmemekte ve konuşma adabından uzak insanların sözlerini andırmaktadır.”

Diğer cümleleri hakkında ise şöyle demiştir: “Bu cümle­ler ne zarif bir anlama sahiptir, ne de lafız açısından tatlı ve akıcıdır.”

Evet, eğer bu kelimelerden bir teki Nehcü’l-Belâğa’da görülmüş olsaydı, biz onu övmezdik ve dolayısıyla da bu kitap sıradan bir kitap sayılırdı.

2- Kalakşendî, Subhu’l-A’şa adlı kitabında şöyle di­yor: “Müminlerin Emîri Ali (a.s) şöyle buyurmuş­tur: ‘Her insanın değeri, güzel yaptığı şeyledir.’ Şairin biri de Hz. Ali’nin bu sözündeki anlamı aynı şekilde kendi şiirine yan­sıtmıştır:

Ey beni kınayan! Bırak beni de değerim artsın

İnsanların kıymeti, güzel yaptığı şeyledir.”[22]

Sadece bu şiirin ikinci mısrası birçok kusurlarıyla Ali’nin (a.s) sözünün anlamını içermektedir. Ama burada “kullu-mriin” (her insan) lafzı yerine “kullun-nas” (bütün insanlar) kelimesi kullanılmıştır ve iki “nun”, aralarında bir tek sakin harf yer alacak şekilde bir araya getirilmiştir. Cümlenin orijinalinin başındaki “fa” edatı ise, gereksiz ve faydasızdır. Dolayısıyla iki cümle aynı anlam içerdiği hâlde, şairin sözü edebî açıdan birçok eksiklikler içermektedir.

3- George Jordac,[23] önce Ali b. Ebu Talib’in hürri­yet hakkında söylediği, “Asla başkasının kulu olma; şüphesiz ki Allah seni hür yaratmıştır.” buyruğuna, ardından Ömer b. Hattap’ın da bu anlamda söylemiş olduğu, “İnsanları nasıl köle edersiniz? Oysa anneleri onları hür doğurmuştur.” sözüne değindikten sonra şöyle demiştir: “Burada görüldüğü gibi Ali b. Ebu Talib’in sözü ile Ömer b. Hattab’ın sözü arasında temelde çok büyük farklılıklar vardır. Zira ilk olarak Ömer’in sözünde yer alan hürriyet kelimesi diğer çağdaşların kullandığı gibi kölelik kavramının karşıtı olarak kullanılmıştır; çünkü o zamanlar insanlar köle ve cariye olarak alınıp satılıyordu. Ancak Ali b. Ebu Talib’in sözü geniş anlamda bir hürriyet ve özgürlüğü kapsamaktadır ve insan varlığının önemli bir boyutunu içermektedir.”

“İkinci olarak Ömer sadece köle sahiplerine seslenmiş ve insanları neden köleleştirdiklerini onlara sormuştur. Oysa onlara nasihat etmenin hiçbir fay­dası yoktur. Ancak Ali b. Ebu Talib burada bizzat kölelere seslenmekte, onlara özgürlük ruhunu aşılamaktadır. Onlara, kendilerine dayanmalarını ve yaratılış düzeninin aksine kendilerini köle edinenlere karşı kıyam etmele­rini söylemektedir. Hz. Ali (a.s) bu kısa sözüyle kölelerin kalbine heyecan tohumu ve sömürgecilerin boyunduru­ğundan kurtuluş ümidini ekmektedir.”

“Üçüncü olarak Ömer, insanların özgürlüğünü annelerinden doğuşuna bağlamıştır, oysa Ali b. Ebu Talib, özgürlüğün kökenini ilâhî bir takdire, sünnete (tekvinî yasaya) ve yaratılış âlemine dayandır­mıştır. Bu da şüphesiz ki, anneden doğuştan kaynaklanan özgürlükten çok daha geniş ve köklü bir anlam ifade et­mektedir.”

İmam Ali’nin (a.s) Sözlerinin Toplanması

İmam Ali’nin (a.s) ashabı arasında büyük bir aşk ve tutkunlu­ğun yanı sıra basiret ve ilim sahibi olan, aynı zamanda rical âlimlerinin de ifade ettiği gibi, doğru sözlü, doğru inançlı ve güvenilir olan bir grup vardı. Bunlar, İbn Abbas, Kumeyl b. Ziyad, Hâris-i A’ver, Rüşeyd-i Hecerî, Meysem-i Temmar, Hucr b. Adiyy, Esbağ b. Nubate, Sa’saa b. Suhan, Nuf el-Bekkalî, Zirar b. Zamure, Zeyd b. Vehb gibi yüce makama ve büyük bir üne sahip kimselerdi. Ha­yatlarının da tanıklık ettiği gibi, aydın kalpli olan bu in­sanlar, bizzat kendi zamanlarında artık bundan böyle hila­fet makamına Ali b. Ebu Talib gibi birinin geçemeyece­ğini, gökyüzünün Ali gibi birinin sesini asla duymayacağını anlamışlardı. İşte bu yüzden sürekli Hz. Ali ile birlikte bulunuyor, can-ı gönülden sözlerini dinliyorlardı.

Sabırsız âşıklar, Cuma ve Bayram namazlarında camilerde, savaş mey­danlarında, genel toplantılarda ve özel oturumlarda Hz. Ali’nin söylediği sözleri Arapların yaygın âdeti olduğu üzere hafızalarına kaydediyor, başkaları için naklediyor ve bunların yavaş yavaş yazı, mecmua ve kitap hâline gelmesini sağlıyorlardı. Hatta Hz. Ali’nin (a.s) bulunduğu savaşlara katılan ve herkesten daha çok Hz. Ali’nin (a.s) sözle­rinin âşığı olan Zeyd b. Vehb, Kitabu’l-Huteb adında bir kitap yazdı. Kendisi hicrî 96 yılında vefat etmesine rağmen kitabı beşinci asra kadar ulaşmıştır. Zira Şeyh Tusî, Rical kitabının fihristinde o kitaptan da rivayet etmiştir.[24]

Ondan sonra yazılan, zahiren şu anda örneği bulunma­yan, sadece rical ve tercüme âlimlerinin adlarını zikrettiği diğer kitaplar ise şunlardır:

1- Mes’ade b. Sadaka’nın yazmış olduğu Hutebu Emiri’l-Müminin adlı kitapta, İmam Cafer Sadık’tan (a.s) da birtakım hadisler rivayet edilmiştir. Bu kitabın bir nüshası Seyyid b. Tavus’un eline ulaşmıştır ve Şeyh Hasan Hillî de, Muntehabu’l-Besair kitabında ondan birtakım na­kil­lerde bulunmuştur. Bu kitap veya Mes’ade’nin diğer bir kitabı, Seyyid Haşim Bahranî’nin eline ulaşmış ve o da el-Burhan tefsirinde ondan bazı hususlar nakletmiştir.[25]

2- Hutebu Emiri’l-Müminin adlı kitabı, İsmail b. Mehran yazmıştır. Bu şahıs, İmam Rıza’nın (a.s) as­habındandır.[26]

3- Hutebu Ali (a.s) adlı kitabı, ikinci asrın yazarların­dan sayılan İbrahim b. Hakem el-Fezzarî yazmıştır.[27]

4- Hutebu Emiri’l-Müminin adlı kitabı, İmam Hasan’ın (a.s) evlatlarından olan Seyyid Abdulazim el-Hasanî yazmıştır. Bu şahsın kabri Rey şeh­rinde Ehlibeyt âşıkları tarafından ziyaret edilmektedir. Abdulazim; sekizinci, dokuzuncu ve onuncu imamların za­manında yaşamıştır.[28]

5- Hutebu Emiri’l-Müminin adlı kitabı on, on bir ve on ikinci imamların zamanında yaşayan Salih b. Hammad adlı şahıs yazmıştır.[29]

6- Hutebu Emiri’l-Müminin adında bir başka kitabı da, üçüncü as­rın sonlarında yaşayan İbrahim b. Süleyman telif etmiştir.[30]

7- Hutebu Ali adlı kitabı, hicrî 206 yılında vefat eden[31] Hişam b. Muhammed b. Saib-i Kelbî yazmıştır.

8- Hutebu Ali ve Kutubuhu İlâ Ummalihi adlı kitabı, hicrî 225 yılında vefat eden Ali b. Muhammed el-Medainî telif etmiştir.[32]

9- Hutbetu’z-Zehra adlı kitabı, hicrî 157 yılında ve­fat eden Ebu Mahnef Lut b. Yahya yazmıştır[33] ki içinde Hz. Ali’ye ait hutbeler de mevcuttur.

10- Hutebu Emiri’l-Müminin adlı kitabı, hicrî 332 yılında vefat eden Ebu Ahmed Celludî yaz­mıştır. Bu kitap, Hz. Ali’nin hutbelerini, mektuplarını, şi­irlerini, öğütlerini, güzel sözlerini, dualarını ve şûrada beyan ettiği sözlerini içermektedir.[34]

11-14- Vakıdî, İbrahim b. Hilal, Kadı Nu’man el-Mısrî ve Nasr b. Müzahim adlı kimselerin kitapları ise ri­cal kitaplarında yer almıştır.[35]

 

Nehcü’l-Belâğa’nın Telifi

Seyyid Razî, asil ve nefis kitaplara ulaşma açısından çok şanslıydı. Çünkü onun asrında ve yaşadığı yer olan Bağ­dat’taki iki büyük ve zengin kütüphaneden istifade etme imkânına sahipti. Bu iki kütüphaneden ilki, Seyyid Razî’nin kendi kardeşinin kütüphanesiydi ve seksen binden fazla kitap bulunduruyordu. Bu veya başka sebeplerden dolayı Seyyid Murtaza’ya “Semaninî”(Seksenli) veya “Ebu’s-Semanin” de diyorlardı.[36]

İkincisi ise, Beytu’l-Hikme adıyla bilinen kütüphaneydi. Bu kütüp­haneyi, Bahauddevle İbn Babeveyh Deylemî’nin ve­ziri olan Şapur b. Erdeşir, hicrî 381 yılında Memun er-Reşid’in Beytu’l-Hikme’sine benzer bir şe­kilde kurmuştu. Şapur, bu kütüphaneyi Bağdat’ın Kerh beldesinde, Beynu’s-Sureyn adlı mahallede tesis etmişti. Bu kütüpha­nede on binden fazla İran ve Irak’tan getirilmiş asıl ki­taplar ve Hindistan, Çin ve Rum’dan aslı üzerinden ya­zılmış nüshalar mevcuttu. Burası Şiîlere mah­sus bir kütüphaneydi.[37]

Yakut Hamevî şöyle diyor: “Bu kütüphaneden daha iyi bir kütüphane yeryüzünde yoktu.”[38]

Bu kütüphane, yaklaşık yetmiş yıl hizmet verdikten sonra hicrî 447 veya 450 yılında Tuğrul Bey’in Bağdat’a saldırısının ardından kötü ve dinsiz insanların eliyle yakı­larak yok edilmiştir.[39]

Seyyid Razî, bu iki kütüphanede mevcut olan kitap­larda gördüğü Hz. Ali’nin (a.s) hutbeler, mektuplar ve kısa sözlerinden fesahat ve belagat açısından beğendikle­rini seçmiş ve bunların bütününü bir kitap hâline getirerek Nehcü’l-Belâğa olarak adlandırmıştır. Kitap, seçilmiş sözlerden oluştuğu ve daha çok edebî boyuta sahip ol­duğu için de rivayetlerin senedini zikretmemiştir. Hatta bazen bir hutbenin bazı cümlelerini çeşitli yollardan bir araya getirmiş ve birbiri ardınca zikretmiştir. Öyle ki ba­zen aralarında manevî bir bağ bile gözükmemektedir. 37, 38, 85, 106 ve 120. hutbeler ile 10. mektup gibi.

ez-Zeria adlı kitabın yazarı şöyle der: “Seyyid Razî, bir gün kütüphanesinin ateşe verileceğini ve binlerce yıl sonra insanların Ali’nin (a.s) sözlerini işitmeye muhtaç olacaklarını nereden bilecekti ki?! Bu sözler, şüphesiz İslâm ümmetinin ıslahı ve hidayeti için beyan edilmiş sözlerdir. Seyyid Razî’ye, böylesine değerli bir eser olan Nehcü’l-Belâğa’yı bizlere hatıra bıraktığı için şükran borçluyuz.”[40]

ez-Zeria kitabının yazarı bazı bilgisiz ve bağnaz insanların Nehcü’l-Belâğa’nın kaynağı ve senetleri hakkındaki eleştirileri konusunda ise şöyle diyor: “Bu konuda, Şiî bilginlerin Nehcü’l-Belâğa’nın hatta Şıkşıkiyye Hutbesi’nin kaynaklarını elimizde kalan kitap­lardan da çıkarabileceğini bilmeleri gerekiyor. Öyle ki bu alanda, Nehcü’l-Belâğa’nın dört katı içindeki sözlerinin kaynaklarını be­lirten kitaplar yazılmıştır.”

Nehcü’l-Belâğa’daki Mevcut Kaynaklar

Seyyid Razî, on altı yerde Nehcü’l-Belâğa’nın kayna­ğına bizzat değinmiş ve aşağıda belirtilen kaynaklardan elde ettiğini söylemiştir. Bu yerler şunlardır:

1- 32. hutbeyi Cahiz’in el-Beyan ve’t-Tebyin kitabın­dan

2- 89. hutbeyi Mes’ada b. Sadaka yoluyla İmam Cafer Sa­dık’tan (a.s) nakletmiştir. Nitekim İbn Ebi’l-Hadid nüs­ha­sında da mevcuttur ve bu hutbe “Eşbah” olarak adlandı­rılmıştır.

3- 180. hutbe, Nevf-i Bekkalî’den

4- 54. mektubu Ebu Cafer el-İskafî’nin Makamat kita­bından

5- 74. mektubu Hişam-ı Kelbî’nin Hat kitabından

6- 75. mektubu Vakıdî’nin Cemel kitabından

7- 78. mektubu Said b. Yahya el-Emevî’nin el-Mağazi kitabından

8- 88. mektubu İmam Muhammed Bâkır’dan (a.s) rivayetle

9- 77. hikmetli sözü Zirar-i Zebbaî’den

10- 104. hikmetli sözü Nevf el-Bekkalî’den rivayetle

11- 147. hikmetli sözü Kumeyl b. Ziyad en-Nehaî’den

12- 373. hikmetli sözü Tarih-i Taberî’den

13- 375. hikmetli sözü Ebu Cuheyfe’den

14- 434. hikmetli sözü Saleb, İbn A’rabî’den

15- 466. hikmetli sözü Müberred’in el-Muktezeb kitabından

16- 4. hikmetli sözü ise Ebu Ubeyd Kasım b. Se­lâm’dan.

Nehcü’l-Belâğa’nın Müstedrekleri

Daha önce de dediğimiz gibi, Müminlerin Emîri Ali’nin (a.s) ashabı onun sözlerinin âşığıydı. İmam Ali (a.s) de böyle­sine susuz insanlar görünce, ilâhî marifetleri, gerçekleri ve dinî ilkeleri onlara beyan etmeyi bir görev biliyordu. El­bette itiraf etmek gerekir ki, Hz. Ali’nin söylediği hâlde bize ulaşmayan sözleri elimizdekilerden çok daha fazladır. Zira doğal olarak Hz. Ali’nin (a.s) tüm sözleri yazılmamış, yazılanların bir miktarı da tarihte yer alan bazı üzücü olaylar neticesinde ortadan kaybolmuştur. Ama ne mutlu ki, bugün elimizde var olanlar sadece Nehcü’l-Belâğa’ya özgü değildir.

Bildiğimiz gibi Seyyid Razî, Hz. Ali’nin (a.s) sadece edebiyat ve belagat özelliği taşıyan sözlerini ve mektuplarını kaydetmiştir. Bu yüzden İbn Ebi’l-Hadid, Seyyid Habibullah Huî ve İbn Meysem gibi bazı Nehcü’l-Belâğa’yı şerh eden kimseler, bazı hutbelerin şerhinde Seyyid Razî’nin öncesinden veya sonrasından çıkardığı bölümleri de asıl kaynağından nakletmişlerdir. Örneğin, Huî yazdığı kitabında 29, 30, 37, 92 ve 180. hutbeleri şerh ederken, Seyyid Razî’nin çıkarmış olduğu bölümlere de yer ver­miştir.[41]

İbn Ebi’l-Hadid de kendi nezdindeki mevcut kaynak­lara işaret etmiş ve Seyyid Razî’nin almadığı bölümleri ek olarak zik­retmiştir.[42]

Ali b. Hüseyin Mes’udî de, Ali’nin (a.s) farklı yerlerde buyurduğu hutbelerden 480’den daha fazlasının ezber­lendiğini ve sözlü olarak insanlar arasında yaygın hâle geldiğini söylemiştir.[43]

Oysa Nehcü’l-Belâğa’daki mevcut hutbeler, 239 tane­dir ve Mes’udî’nin dediğinin yarısından da azdır. Tu­hefu’l-Ukul adlı kitabının 163 sayfasını Hz. Ali’nin (a.s) hutbe, vasiyet ve öğütlerine ayıran Hasan b. Şube şöyle der: “Eğer Hz. Ali’nin (a.s) sadece tevhit hakkın­daki söz ve hutbelerini hiçbir ilave ve başka anlam vermeden bir araya getirecek olursak, Tuhef’ul-Ukul kadar kalın bir kitap olurdu.”[44]

Hicrî 588 yılında vefat eden İbn Şehraşub, Menakibu Âl-i Ebu Talib adlı kitabında, Nehcü’l-Belâğa’da mevcut olan Şıkşıkiyye, Tevhit, Kasıa, Eşbah, İstiska ve Garra adlı hutbelerin yanı sıra bu kitapta olmayan başka hutbelerin adını da zikretmektedir. Örneğin; Lü’lü’, İftihar, Dürre-i Yetime, Ekalim, Vesile, Talutiyye, Kasbiyye, Süleymaniyye, Natıka, Dameğa, Fazıha hutbeleri gibi… Daha sonra Zeyd b. Vehb ve Süleyman b. Mehran’ın kitaplarından söz etmekte ve bunların kendi zamanında da var olduğuna işaret etmektedir.[45]

Bazı âlimler de Nehcü’l-Belâğa’nın müstedreki olarak başlı başına birtakım eserler yazmışlardır. Örneğin:

1- Şeyh Hadi Kaşifu’l-Gıta, bu konuda yazdığı kitabının 17-188. sayfalarında Nehcü’l-Belâğa’nın düzeninde olduğu gibi Hz. Ali’nin söz ve mektuplarını nakletmiştir.

2- Şeyh Muhammed Bâkır Mahmudî, Nehcü’s-Saade Fî Müstedrek-i Nehci’l-Belâğa adlı bir kitap yazmıştır. Bu kitabın dört cildini benim kendim de gördüm, üç cildini ise büyük hatip ve bilgin Seyyid Abduzzehra Hüseynî’ye bizzat kendisi göstermiştir. Bazı büyük bil­ginler de bu kitabın içeriğini Nehcü’l-Belâğa’nın kay­nakları olarak tanıtmışlardır. Öyle anlaşılıyor ki, sanki Mesadiru Nehci’l-Belâğa ve Esaniduhi kitabıyla karış­tırılmıştır.[46]

3- Abdullah b. İsmail el-Halebî’nin yazmış olduğu Kitabu’t-Tezyil adlı eser.[47]

4- İbn Nake Ahmed b. Yahya’nın yazmış olduğu Mulheku Nehci’l-Belâğa adlı kitap.[48]

5- Seyyid Ali Han Emîr Ahvaz’ın babası olan Halef b. Seyyid Abdulmuttalip Meşaşî’nin yazmış olduğu en-Nehcu’t-Takvim kitabı.[49]

6- Seyyid Hasan Mir Cihanî Tabatabaî’nin yazmış ol­duğu Misbahu’l-Belâğa kitabı.

7- Abdulvahid Amedi’nin yazmış olduğu, Gureru’l-Hikem ve Dürerü’l-Kelim kitabı… Bu kitapta, Nehcü’l-Belâğa’da çok azı yer alan Hz. Ali’nin (a.s) kısa sözleri yer almıştır. Aynı anlamı taşıyan ama farklı şekillerde yazılmış olan sözleri de vardır. Örneğin, “Edep güzelliği, en üstün soyluluktur.”[50] sö­zünün Arapça metninde “hüsn” kelimesi kullanmışken, aynı anlamı ifade eden bir başka hadiste ise “ni’me” kelimesi kullanılmıştır ve her ikisi de “güzel” anlamındadır.[51] “Edepten daha üs­tün soy yoktur.” hadisinde de aynı durum göze çarp­maktadır.[52] Zira bir başka yerde, “Edep gibi soy yoktur.”[53] veya “Soyların en üstünü, güzel edeptir.”[54] buyrulmuştur ve her üç hadis de aslında bir tek mana ifade etmektedir.

8- İbn Ebi’l-Hadid, kendi Nehcü’l-Belâğa şerhinin sonuna Seyyid Razî’nin naklettiği kısa sözlere, 998 tane daha ekleyerek bunu el-Hikemu’l-Menşure diye adlan­dırmıştır.

9- Kadı Kudaî’nin telif ettiği Dusturu Mealimi’l-Hikem kitabı.[55]

10- Ebu’l-Abbas Simerî’nin telif ettiği Kelamu Ali ve Hutebuhu kitabı.[56]

11- Şeyh Ali Vasitî’nin hicrî 457 yılında yazdığı Uyunu’l-Hikem ve’l-Mevaiz kitabı.[57]

12- Mahmud b. Eb Bekir Hafız Medinî’nin telif ettiği Hutebu Ali b. Ebu Talib adlı eser.[58]

13- Fazl b. Hasan Tebersî’nin telif ettiği Nesru’l-Leali adlı eser.[59]

14- Fazl b. Ravendî’nin telif ettiği Nesru’l-Leali adlı kitap.[60]

15- Hicrî 553 yılında vefat eden Reşid Vetvat’ın telif et­tiği Metlubu Kulli Talib kitabı.[61]

16- Hicrî 841 yılında vefat eden İbn Faht-i Hillî’nin telif ettiği İstihracu’l-Vekayii’l-Mustakbele kitabı.[62]

17- Mir Kasım Karabağî’nin hattıyla yazılmış olan Muntehebu Vesayai Emiri’l-Müminin kitabı.[63]

18- Hacı Sultan İsfahanî’nin hattıyla yazılmış olan Vasayai Emiri’l-Müminin kitabı.[64]

19- Kutbu’l-Ektab Hüseyin Zehebî Şirazî’nin telif et­tiği el-Leali’l-Menşure kitabı.[65]

20- Şeyh Abdullah Bahranî Semahicî’nin telif ettiği es-Sahifetu’l-Aleviye kitabı.[66]

21- Hicrî 1320 yılında vefat eden Hacı Mirza Hüseyin Nurî’nin es-Sahifetu’l-Aleviyyetu’l-Saniye kitabı.[67]

22- Hıristiyan bilginlerinden birinin yazmış olduğu Hikem-i Ali b. Ebî Talib kitabı.[68]

23- Şeyh Muhammed Harz’ın, Şeyh Tayyib Ali Hindî için dikte ettirdiği Huteb-i Emiri’l-Müminin Fi’l-Melahim Mea Şerhiha kitabı.[69]

24- Şeyh Servet Şerkavî el-Mısrî’nin yazmış olduğu Huden ve Nur kitabı.[70]

Şüphesiz bu yazarlar birbirinden haberdar olmadıkları için kitaplarında birçok ortak yönler göze çarpmakta­dır ve dolayısıyla hepsini Nehcü’l-Belâğa’nın müstedreki hakkında kaleme alınmış bağımsız birer eser olarak kabul etmek mümkün değildir. Ancak bu kadar geniş çaplı araştırmalar, Nehcü’l-Belâğa’nın senetlerinin sağlamlığını ortaya koymaktadır.

Rical ve biyografi âlimleri, Seyyid Razî’nin yazdığı kitaplar hakkında birçok söz söylemişlerdir. Diğer ya­zarların eseleri gibi Seyyid Razî’nin eserleri hakkında da yeterli bir araştırma yapılamamıştır. Biz de burada itibar ve güven açısından birinci derecede öneme sahip olan Neccaşî’nin sözünü nakletmek istiyoruz.

Neccaşî kendi fihristinde Seyyid Razî’nin kaleme al­dığı on iki kitabı nakletmiştir. Bu kitapları şu şekilde sıralayabiliriz:

1- Mecazu’l-Kur’ân; 2- ez-Ziyadat Fî Şi’ri Ebî Te­mam; 3- Ta’liku Hilafi’l-Fukeha; 4- Ta’likat Ala İzahi Ebî Ali el-Farisî; 5- el-Ceyd Min Şi’ri İbn Haccac; 6- Muhtaru Şi’ri Ebî İshak es-Sa’bî; 7- Ma Dare Beynehu ve Beyne Ebî İshak; 8- ez-Ziyadat Fî Şi’ri Ebi’l-Haccac; 9- Nehcü’l-Belâğa; 10- Hesaisu’l-Eimme; 11- Hakaiku’t-Tenzil (Te’vil); 12- Mecazatu’n-Nebeviyye (Mecazatu Asari’n-Nebiyy).[71]

Merhum Allame Eminî, bu listeye Razî’nin beş kitabını daha eklemiştir.[72] Ama sözünü ettiğimiz konu için, Hakaiku’t-Tenzil ve Mecazatu’n-Nebeviyye adlı iki kitabı kaynak olarak kabul ediyoruz. Çünkü Nehcü’l-Belâğa’nın senetleri hususunda, bu iki kitap dışında şüpheye düşülmüştür. Bu iki kitabı Seyyid Razî’nin yazdığı konusunda hiç kimse şüphe etmemiştir. Ehlisünnet âlimlerinden olan İsmail Paşa bu iki kitabın adından söz etmiş,[73] Bağdadî de Hakaiku’t-Tenzil kitabı hususunda şöyle demiştir: “Seyyid Razî, Kur’ân’ın manaları husu­sunda bir benzerini kaleme almanın mümkün olmadığı bir kitap yazmıştır; öte yandan her iki kita­bında da Nehcü’l-Belâğa adlı kitabından söz etmiştir.”

1- Seyyid Razî, Mecazatu’n-Nebeviyye adlı kitabında beş yerde Nehcü’l-Belâğa’ya işaret etmektedir:

a) “Benim yanımda insanlardan en çok gıpta edil­mesi gereken kimse, yükü hafif olan mümin­dir.” hadisi hakkında şöyle diyor: “Bu sözün beyanı ise Müminlerin Emîri Ali’nin (a.s) şu sözlerinde yer almıştır: ‘Yükünüzü hafif tutun ki katılasınız…’ Ki biz bunu Nehcü’l-Belâğa adlı kitabımızda zikrettik.”[74]

b) “Bana en çabuk ulaşacaklarınız, eli uzun (cömert) olanlarınızdır.” hadisindeki bu cümleyi, Nehcü’l-Belâğa’dan naklettiği Hz. Ali’nin (a.s) şu sözüne benzetmektedir: “Kısa elle ihsan edilene, uzun elle ihsan edilir.”[75]

c) “Şüphesiz ki dünya göçüp gitmiştir.” ha­disi husu­sunda, bu kelamın Müminlerin Emîri Ali’den (a.s) de nakledildiğini beyan etmekte ve burada Nehcü’l-Belâğa’yı zikretmektedir.[76]

d) “Kur’ân’da hiçbir ayet nazil olmamıştır ki…” ha­disinin açıklamasında, Hz. Ali’nin (a.s) Nehcü’l-Belâğa’da yer alan şu sözünü hatırlatmaktadır: “Kur’ân çok yönlü bir taşıyıcı­dır.”[77]

e) “Kalpler kaplara benzer, bazısı diğerinden daha çok alır.” hadisini tabir farklılığıyla Nehcü’l-Belâğa’da Hz. Ali’den (a.s) nakletmektedir.[78]

2- Maalesef sadece beşinci cildi bulunan, diğer ciltle­rinin ise nerede olduğu bilinmeyen Hakaiku’t-Te’vil kitabı­nın Necef’te basılan mevcut cildinin 167. sayfasında şöyle demektedir: “Eğer birisi sözlerimizin delilini bulmak isti­yorsa yazdığımız ve adını Nehcü’l-Belâğa koyduğumuz kitabı dikkatle incelemelidir.”[79]

Daha önce de dediğimiz gibi Nehcü’l-Belâğa kitabı Seyyid Razî’nin daha önce kaleme aldığı Hesaisu’l-Eimme kitabının bir bölümüdür. Bu kitabın bir nüsha­sını Merhum Muhaddis Nurî, Şeyh Hadi Âl-i Kaşifu’l-Gıta kütüphanesinde, diğer nüshası ise Hin­distan Rambur Kütüphanesi’nde olduğunu söylemektedir. Dolayı­sıyla bu ki­tabı Seyyid Razî’nin yazdığı kesin ve şüphe götürmez bir gerçektir ve hicrî 1369 yılında Necef’te ba­sılmıştır.[80]

Nehcü’l-Belâğa’nın Şerhleri

Bildiğimiz kadarıyla Kur’ân-ı Kerim’den sonra Nehcü’l-Belâğa kadar dünyadaki kitaplar ara­sında İslâm bilginlerinin dikkatini bu ka­dar çeken başka bir kitap yoktur. Nehcü’l-Belâğa hakkında şerh, talik, tercüme ve birçok kitaplar yazılmış, çeşitli dünya dillerine tercüme edilmiştir. Birçok âlimler tarafından bazı bölümleri şerh edilmiş, şiir diliyle ifade edilmiş, hakkında müstedrek kitaplar yazılmış, lügatleri açıklanmış, seçmeler yapılmış, ke­limelerinin anlamı izah edilmiş ve kaynakları belirtil­miştir. Bütün bu hususlarda, birçok eserler kaleme alınmıştır ve henüz de alınmakta­dır. Evet, canlı olmak, sürekli parlamak ve bilginlerin dikkatini çekmek budur.

Nehcü’l-Belâğa’yı Merhum Muhaddis Nurî, Seyyid Muhsin Emin, Merhum Şeyh Abdülhüseyin Eminî, Mer­hum Hacı Şeyh Ağabozorg Tahranî (Râzî), Seyyid Abduzzehra Hatip Hüseynî ve benzeri birçok ünlü âlim de detaylı olarak şerh etmişlerdir.

Merhum Şeyh Tahranî, tercüme ve şerh hususunda 147 eserden söz etmektedir.[81] Ama o sadece Şiîlerin yazdığı eserleri zikretmiştir. Dolayısıyla da ez-Zeria ki­tabının di­ğer ciltlerinde özel isimlerle yazılmış olan bazı şerhleri hesaba katmamıştır. Merhum Eminî 81 şerh saymış,[82] Seyyid Abduzzehra Hatip ise 143 şerh, ter­cüme ve açıklama zikretmiştir.[83] Elbette bunlar arasında 20 cildi bulan eserler de vardır. Şerh-i Huî ve Şerh-i İbn Ebi’l-Hadid gibi.

Şeyh Nurî, Nehcü’l-Belâğa’yı şerh eden ilk kişinin Beyhakî olduğunu ifade etmektedir.[84] Muhaddis Kummî de el-Kuna ve’l-Elkab adlı kita­bında bu görüşü kabul etmiştir.[85] Bizzat Beyhakî de şöyle söylemiştir: “Ben­den daha önce hiçbir âlim Nehcü’l-Belâğa’yı şerh etme­miştir.”

İbn Ebi’l-Hadid ise, Nehcü’l-Belâğa’yı ilk şerh eden kim­senin Kutb-i Ravendî olduğunu söylemiştir.[86] Hakeza Riyazu’l-Ulema kitabının sahibi de bu gö­rüşü kabul etmiştir.

Ama hiç şüphe yok ki, Seyyid Razi’nin çağ­daşı olan Ali b. Nasır’ın, A’lamu Nehci’l-Belâğa kitabı, Nehcü’l-Belâğa hakkında yazı­lan ilk kitaptır. Seyyid Muhsin Emin ise onun el-Mearic Fî Şerhi Nehci’l-Belâğa adlı bir kitabı oldu­ğunu da ifade etmektedir.[87] Şimdi de zahiren Ehlisünnet ve’l Cemaat’ten olan ve Nehcü’l-Belâğa’yı şerh eden bazı âlimlerin adını zikretmek istiyoruz:

1- Muhammed b. Amr. Fahr-i Râzî adıyla tanınmış ve hicrî 606 yılında vefat etmiştir. Tarihu’l-Hukema kitabında belirtildiği üzere başlamış olduğu şerh ya­rım kalmıştır.

2- İbn Ebi’l-Hadid adıyla tanınan Abdulhamid b. Muhammed Mütezilî Medayinî. 656 yılında vefat etmiş ve şerhini dört yıl sekiz ayda bitirmiştir. Bu şerh oldukça kapsamlı, tam ve hatta mevcut şerhlerin en iyilersinden sayılmaktadır. Hatta bazı Şia âlimleri onun ki­tabına özet eserler yazmışlardır. İkdu’n-Nazid, Selasilu’l-Hadid ve er-Reddu Alâ İbn Ebi’l-Hadid gibi.

3- Yazarının bir gurup Ehlisünnet âlimleri olduğu belirtilen ve Astane Kütüphanesi’nde bulunan en-Nefais Fî Şerhi Nehci’l-Belâğa adlı kitap.

4- Mutevvel-i İrşad ve Tehzibu’l-Mantık kitapla­rının sa­hibi olan ve hicrî 792 yılında vefat eden Molla Sa'duddin Taftazanî Şafiî.

5- Keşfu’z-Zunun kitabında yer aldığı üzere hicrî 922 yılında ölen Kıvamuddin Yusuf b. Ha­san Kadı Bağ­dadî.

6- Sahih-i Buhari’ye şerh yazan ve hicrî 650 yı­lında ölen, lügat ve hadis âlimlerinden olan Ha­san b. Muhammed Saganî Hanefî.

7- Hicrî 1322 yılında ölen Mısır Müftüsü Şeyh Muhammed Abduh.

8- Muhammed Abduh’un şerhini, İbn Ebi’l-Hadid’in şerhinden eklerle nakleden Muhyiddin Hayyat.

9- el-Ezher Üniversitesi’nin Edebiyat Fakül­tesi Öğre­tim Üyesi Muhammed Muhyiddin.

10- Nehcü’l-Belâğa’nın zor kelimelerini şerh eden Üstat Muhammed Hasan Nail Mersefî. Eseri, hicrî 1328 yılında Mısır’da basılmıştır.

11- Muhammed Ebu’l-Fazl İbrahim. Şerhi iki cilt olup hicrî 1383 yılında Daru İhyai’l-Kütübi’l-Arabiyye’de ba­sılmıştır.

Sünnî veya Şiî bütün bu âlimlerin hepsi de yazdıkları kitapların önsözünde, Nehcü’l-Belâğa kitabının Hz. Ali’nin sözleri olup, Seyyid Razî tarafından bir araya geti­rildiğine kesin bir şekilde inandıklarını dile getirmişlerdir. Hatta Şeyh Muhammed Abduh, Nehcü’l-Belâğa’nın için­deki kelimelere dayanmakta ve bunlarla lügat ehli aleyhine deliller getirmektedir. 195. hutbenin içinde yer alan bazı cümleleri, bazı edebî kurallar hakkında edebiyatçıların yanıldı­ğına dair delil olarak sunmuş ve Hz. Ali’nin sözünün hüccet olduğunu dile getir­miştir.

Nehcü’l-Belâğa’nın Hafızları

Hadis âlimleri, sürekli Kur’ân-ı Kerim’den sonra Nehcü’l-Belâğa’yı hıfzetmeye önem vermişlerdir. Burada onlardan bazısını zikretmek istiyoruz.

1- Şeyh Muntecebuddin’in dediği üzere, Seyyid Razî’ye yakın bir zamanda yaşamış olan Kadı Cemalüddin Kaşanî.

2- İbn Kesir’in tarihinde ve İbn Cevzî’nin de Muntezem adlı eserinde belirttiği üzere, hicrî 564 yılında ölen Ebu Abdullah Muhammed el-Farukî.[88]

3- Hicrî 1280 yılında vefat eden Seyyid Muhammed el-Mekkî el-Hairî.

4- Şeyh Muhammed Hüseyin Mürüvvet Hafız el-Amilî.[89]

Elbette Nehcü’l-Belâğa’nın bütün hafızlarını saya­bil­mek mümkün değildir. Çünkü birçok insan bunu açıklamamış ve tarih de adını kaydetmemiştir. Bazıları ise yüzde doksan beşini ezberlediği hâlde hafız sayıl­mamış­lardır. Ben de bu son gruptan üç çağdaş âlimi bizzat ta­nıdım ki, içlerinden biri de vefat etmiştir.

Ayrıca yazarlık hususunda neredeyse darbımesel hâ­line gelen ve hicrî 2. asrın başlarında yaşamış bulunan Abdulhamid Kâtip de şöyle söylemektedir: “Ben, Ali’nin (a.s) yetmiş hutbesini ezberledim, daha sonra zihnim kayna­dıkça kaynadı.”[90]

Arap Hatiplerinin darbımeseli hâline gelen İbn Nubate ise şöyle diyor: “Ben, Hz. Ali’nin (a.s) sözlerin­den yüz bölüm ezberledim ve bu benim için bitmeyen bir ha­zine oldu.”[91]

Nehcü’l-Belâğa’nın Kur’ân’la Olan İlişkisi

Müminlerin Emîri Ali (a.s), bazı yerlerde sözlerine de­lil olarak Kur’ân ayetlerini zikretmiştir. Seyyid Razî, bunlardan bazısına Nehcü’l-Belâğa’da yer vermiştir. Ör­ne­ğin:

1- “Bu ahiret yurdunu, yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu istemeyen kimselere veririz. Sonuç Allah’a karşı gelmekten sakınanlarındır.”[92]

2- “Kitapta biz hiçbir şeyi eksik bırakmadık.”[93]

3- “Eğer o, Allah’tan başkasından gelseydi, onda çok aykırılıklar bulurlardı.”[94]

4- “Vallahi biz apaçık bir sapıklıkta idik; çünkü biz sizi âlemlerin Rabbine eşit tutmuştuk…”[95]

5- “Melekler şerefli kılınmış kullardır. Allah’tan önce söz söyleyemezler; ancak O’nun emri üzerine iş yaparlar.”[96]

6- “Dünya hayatı gökten indirdiğimiz su gibidir ki, onunla insan ve hayvanların yiyeceği bitkiler yetişip bir­birine karışmıştır.”[97]

7- “Gizliliklerin ortaya çıkacağı gün.”[98]

8- “Göğü, kitap dürer gibi dürdüğümüz zaman, yarat­maya ilk başladığımız gibi katımızdan verilmiş bir söz olarak onu tekrar var edeceğiz. Doğrusu biz yaparız.”[99]

Dr. Suphi Salih, Nehcü’l-Belâğa’nın şerhinde bu Kur’ân ayetleri için özel bir fihrist hazırlamış ve 110 ayete yer vermiştir.[100] Bunlardan bazısında birden fazla ayet şahit gösterilmiştir; bazısında ise bir ayetin sadece bir bö­lümü şahit gösterilmiştir; ama çoğu tam bir ayet ola­rak şa­hit tutulmuştur.

Bunların dışında Ra­bıta-i Kur’ân ve Nehcü’l-Belâğa adında yazmış olduğum kitap da geçen yıl Bünyad-i Nehcü’l-Belâğa Kurumu tarafından ba­sıldı. Bu kitapta, anlam açısından Kur’ân ile uyuşan Nehcü’l-Belâğa’nın 150’ye yakın sözlerini zikrettim. Ör­neğin:

1- Nehcü’l-Belâğa: “Sayıcılar nimetlerini sayamaz­lar.”[101]

Kur’ân: “Allah’ın nimetini sayacak olsanız bitiremez­siniz.”[102]

2- Nehcü’l-Belâğa: “Sonra onu gezegenlerle ve ışılda­yan yıldızlarla süsledi.”[103]

Kur’ân: “Şüphesiz Biz, yakın göğü bir süsle, yıldız­larla süsledik.”[104]

3- Nehcü’l-Belâğa: “Sizleri düşmanınızla cihada da­vet edince, korkudan gözleriniz dönüyor, adeta ölümün çetinliği ve gaflet sarhoşluğu içinde çırpınıyorsunuz.”[105]

Kur’ân: “Kalplerine korku gelince, ölüm baygınlığı geçiren kimse gibi gözleri dönerek, sana baktıklarını gö­rürsün.”[106]

Ben Nehcü’l-Belâğa’nın Kur’ân ile olan ilişkisinin bu 150 husus ile sınırlı olduğunu iddia etmiyorum. Çünkü tümüyle sayabilmek için insanın öncelikle Nehcü’l-Belâğa’yı hıfzetmiş ve zihnine yerleştirmiş olması gerekir. Ancak böylece Kur’ân ayetlerinden birini görünce Nehcü’l-Belâğa hazinesinden hıfzettikleri arasında ilgili cümleyi bulup ayırabilir.

Bununla birlikte Nehcü’l-Belâğa’nın bazı hutbeleri de Kur’ân’dan bir ayet veya surenin tefsiri niteliğindedir. Örneğin, 219. hutbe, Tekâsür Suresi'nin tefsiridir. 221. hutbe, “Ey insan! Çok cömert olan Rabbine karşı seni al­datan nedir?”[107] ayetinin tefsiri konumundadır. 220. hutbe ise, “Allah’ın yüksek tutulmasına ve içlerinden adının anılmasına izin verdiği evlerde, insanlar-sabah akşam O’nu tespih ederler.”[108] ayetinin tefsiridir.

Ayrıca Nehcü’l-Belâğa’da 21 yerde Kur’ân’ın niteliklerinden söz edilmiştir. Bu, Dr. Suphi Salih’in fihris­tinde de vardır. Elbette bazı hususları da yine gözden kaçır­mıştır ki, bunlara da benim yazmış olduğum el-Kâşif ki­tabın­daki “Kur’ân ve Kitabullah” kelimesinin beyanında yer verilmiştir. Dolayısıyla altı yerinde Kur’ân ile Nehcü’l-Belâğa kitabının ilişkisini açıklayan Rabita-i Kur’ân Ba Nehcü’l-Belâğa isimli kitabım bu hususta araştırma­cılar için bir kılavuz konumundadır.

Nehcü’l-Belâğa’nın Lafızlarına İstinat Edilebilir Mi?

Bilindiği gibi Nehcü’l-Belâğa Müminlerin Emîri Hz. Ali’nin (a.s) hutbeleri, mektupları ve kısa sözleri olmak üzere üç bölümden oluşmaktadır. Hz. Ali’nin (a.s) mek­tup ve kısa sözleri hususunda hiçbir şüphe yoktur ve biz­zat lafızları muteber ve istinat edilebilir bir konumdadır. Öyle ki bir mektubu olduğu gibi korumak ve kısa sözleri ez­berlemek kolay ve yaygın görülen bir olaydır. Ama Nehcü’l-Belâğa’nın uzun ve detaylı hutbeleri hususunda şöyle söylenmektedir: “Eğer Ali (a.s) o hutbeleri bir minbe­rin üzerinde veya savaş meydanlarında söylemiş ise, du­yan kimselerin o kelimeleri olduğu gibi ezberlemesi ve yazması nasıl mümkün olabilir?”

Bu soruya şöyle cevap verenler vardır: “Hutbelerin ravileri anlam ve içeriğini ezberlemiş, ama kendi fikir ve dikteleriyle birtakım ifa­deler beyan etmişler ve yazmışlardır.”

Bu cevap birçok yönden kabul edilemez konumdadır:

Birincisi: Daha önce de belirttiğimiz gibi, Nehcü’l-Belâğa fesahat ve belâgat açısından bilginlerin ve edebi­yatçıların şaşkınlığa düştüğü sözlerden oluşmaktadır. Bu yüzden Nehcü’l-Belâğa’nın beşer sözünün üstünde, Allah sözünün altında yer aldığını beyan etmişlerdir. Ayrıca bilindiği gibi fesahat ve belâgat sadece lafız ile ilgili nitelikler değil, bunun yanında cümlenin akıcı, revan, karmaşalıktan uzak, itici olmayan anlamsız karşılaştırmalara yer vermeyen ve benzeri niteliklerden uzak olmasını da ifade etmektedir. Dolayısıyla eğer Nehcü’l-Belâğa’nın lafızlarını raviler inşa etmişlerse, o hâlde Ali’yi değil, bizzat inşa eden kimseleri fesahat ve belâgat açısından övmek gerekir.

İkincisi: Nehcü’l-Belâğa’da yer alan uzun hutbele­rin bir benzerini, Peygamber (s.a.a) ve Ehlibeyt İmamları’ndan öğüt ve delil gösterme noktasında nakledilen hadis ve ri­vayetlerde de görmek mümkündür. İslâm bilginleri özel­likle de büyük fakihler, Nehcü’l-Belâğa’nın lafız ve iba­retlerinin bizzat kendisini şahit göstermişlerdir. Aynı zamanda Nehcü’l-Belâğa’nın bütün şarihleri (şerh edenleri) de hutbeleri şerh ederken, kayıtlara geçen lafızların edebî ve lügavî özel­liklerini zikretmiş ve açıklamışlardır. Hatta bazen şöyle demişlerdir: “Eğer bu kelime yerine örneğin fa­lan ke­lime kullanılmış olsaydı, edebî özellik taşımazdı.” Dolayısıyla açıkça görüldüğü gibi bütün âlim ve bilginleri böylesine sorunlardan gafil bilmek mümkün değildir.

Üçüncüsü: Hz. Ali (a.s) zamanında yaşayan bazı şair­lerden de oldukça uzun ve detaylı şiirler nakledilmiştir. Ayrıca bu şiirler irticalî ve bir ya­zıya dökülmeksizin be­yan edilmiştir. Örneğin, Has­san b. Sabit’in Gadir-i Hum’da okuduğu şiir on beş beyitten oluşmaktadır ve el-Gadir kitabında da nakledilmektedir. Ayrıca Kays b. Sa’d, Kumeyt, Ferazdak gibi kimselerden uzun şiirler ve Sahban Vail ve Kays b. Harice gibi kimseler­den ol­dukça uzun hutbeler nakledilmiştir. Bunların hepsi, ön hazırlığı yapılmadan yazıya dökülmek­sizin (irticalî) beyan edilen şiir ve hutbelerdir. Şu anda da edebiyat ve tarih kitapla­rında kayıtlıdır.

Dolayısıyla bu şiir ve hutbelerin kaydedilmesi hu­su­sunda şöyle demek gerekir: Araplar oldukça güçlü ve sağlam hafızaları sayesinde şiirleri olduğu gibi ez­berliyor­lardı ya da bu, şiirlerin yazılmasında onlara büyük kolaylık sağlıyordu. Veya raviler, şair ve hatiplerin konuşma­sından sonra onları birbirlerine aktarıyor ya da bilemediğimiz bir tarzda ibare ve kelimeleri olduğu gibi kaydediyorlardı. Zira belli bir vezin ve kafiye öl­çüsü olan şiirleri sadece anlamıyla nakletmek mümkün değildir. Nitekim Nehcü’l-Belâğa’daki hutbelerin çoğu da belli bir kafiye ve vezne sahiptir. Lafızları de­ğiştirmek, bu sözün kelam ve veznini bozmaktadır. Hatta bazen iki kelimeden sadece bir keli­mesi kafiye ve vezne sahiptir. Nitekim aşağıdaki cümleler Hz. Ali’nin (a.s) Garra adıyla bilinen uzun hutbesinde yer almış­tır:

“O insan, rahimlerin karanlıklarında gizlice tasar­lanıp kararlaştırılan dökülmüş erlik suyu ve yaratılışı noksan bir kan parçası, bir pıhtı değil miydi? Sonra ra­himde bir yavru oldu. Çıkıp süt emen bir çocukken, er­genlik çağına geldi. Sonra da kendisine duyduğunu bel­leten bir gönül, konuşan bir dil, bakıp gören bir göz ve­rildi ki duyup gördüğünü anlasın, ibret alsın ve kötülük­lerden kaçınsın. Ama o büyüyüp geliştiğinde tekebbüre kapıldı, yüz çevirdi, heva ve hevesine uydu, lezzetlere dalsın diye dünyası için çalışıp çabaladı, zorluğa düştü. Belaya düşeceğini ummaz, korkması gerekenden korkmaz oldu.”

Az da olsa Arapça bilen herkes bu tür tabirlerin Sahban ve Kays gibi kimselere ait olduğuna ihtimal ver­mez. Zira fesahat ve belâgat dâhilerinin kitaplarında bile böy­lesine cümleler görülmemektedir. Bu lafız ve ibarelerin kafiye ve vezni korunduğu hâlde değiştiril­mesi mümkün değildir. Örneğin, hutbede geçen “yafien” kelimesi yerine, “mürahiken” kelimesi koyu­labilir veya “müzdeciren” ke­limesi yerine, “müntehiyen” kelimesi geçirilebilir. Ama bu değişiklik mana açısından doğru olsa da, “ayn” ve “ra” harflerinin kafiye ve veznini ortadan kaldırmaktadır. O hâlde, bu kelime ve lafızların ol­duğu gibi İmam Ali’nin (a.s) mübarek ağzından çıkan ke­limeler olduğunu kabul etmek zorundayız.

Nehcü’l-Belâğa’nın Kaynakları

Bazı İslâmî fırkalar araştırılmamış, kendile­rine miras kalmış inançları doğrultusunda Nehcü’l-Belâğa’da yer alan bazı konuların kendi inançlarıyla çeliştiğini sanmış­lardır. Dolayısıyla da Nehcü’l-Belâğa’nın Hz. Ali’nin (a.s) sözleri olduğu hakkında şüpheye düşmüş ve bu kitabı Seyyid Razî ve kardeşi Seyyid Murteza’nın yazdığını söylemişlerdir.

Bu yüzden bazı yazarlarımız ve araştır­macılarımız, Nehcü’l-Belâğa’daki bütün hutbe, mektup, vasiyet ve kısa söz­leri Seyyid Razî daha doğmadan veya bizzat o asırda ya da sonraki asırda yazılmış olan kay­naklardan elde etmeye çalışmışlardır. Bu sözlerin sağlam, güvenilir kaynaklarla Hz. Ali’ye (a.s) ulaşmış olmasına büyük özen göstermişlerdir. Bu konuda buldukları kitap­ları, sayfa numaralarını ve kitabın diğer özelliklerini en ince detayına kadar zikretmiş ve büyük bir başarı elde etmişlerdir. Benim bu konuda tanıdığım kimseler şunlardır:

1- Hadi Kaşifu’l-Gıta, kendi Müstedrek-i Nehcü’l-Belâğa kitabının bir bölümünü Nehcü’l-Belâğa’nın kay­naklarına ayırmış, 236. sayfadan 265. sayfaya kadar bu kaynakları zikretmiştir.

2- Seyyid Hibetüddin Şehristanî, Mahuve Nehcü’l-Belâğa adlı kitabında daha çok itiraz edilen Şıkşıkıyye hutbesinin kaynaklarını zikretmiş ve bu hutbeyi Seyyid Razî’den önce ve sonra, ken­disiyle çağdaş dokuz kaynak­tan nakletmiştir. Ay­rıca ifade farklılıklarını da beyan et­miştir. Araştır­malarım neticesinde bulduğum ve Merhum Şehristanî’nin görmediği kitaplardan biri de, Sibt İbn Cevzî’nin Tezkiret’ul Havas adlı kitabıdır. İbn Cevzî, kitabının 124. sayfasında şöyle der: “Nehcü’l-Belâğa’nın sahibi Seyyid Razî, Şıkşıkiye hutbesinin bir bö­lümünü zikretmiş, bir bölümünü de atmıştır. Ama ben bu hutbenin tümünü zikrediyorum. ”

Daha sonra da hutbenin senedini şeyhi olan Ebu’l-Ka­sım Anbarî’den, İbn Abbas’a ulaşana dek zikreder.

3- Abdullah Nimet, Mesadiru Nehci’l-Belâğa kita­bının ikinci bölümünde, 130 ila 320. sayfalarında bu kaynakları sıralamakta, cilt ve say­falarını belirtmek­tedir.

4- Ali Han Arşî, İstinadu Nehci’l-Belâğa adlı ki­tabında sadece Hindistan Rambur kütüp­hanesinde bulduğu kaynaklardan söz etmiş; bu kü­çük risalesinde söz konusu kütüpha­nelerdeki nüshalarda Nehcü’l-Belâğa’nın hutbe, mektup ve hikmetli sözlerin­den bulduklarını cilt ve sayfa numaralarıyla birlikte zik­retmiştir.

5- Seyyid Abdu’z-Zehra Hüseyin Hatip ise, Mesadiru Nehci’l-Belâğa ve Esaniduhu adlı kita­bında bütün gü­cüyle Nehcü’l-Belâğa’daki sıralamayı göz önüne alarak Nehcü’l-Belâğa’nın bütün kaynaklarını bulmaya ve zikretmeye çalışmıştır. Anladığım kadarıyla bu kitabın sadece dört cildi bası­labilmiştir. Muhterem yazar, Nehcü’l-Belâğa’nın bütün kaynaklarını 26 ila 37. sayfalarında yer verdiği 109 kay­nak kitaptan çıkarıp nakletmiştir.

Bu beş kitabın tümü de şu anda yanımda mevcuttur. (Mesadiru Nehci’l-Belâğa ise tam dört cilttir.) Okuyucuların bu araştırmacının metodunu yakından tanıması için Nehcü’l-Belâğa’nın üç bölümünden beşer örnek vermek istiyorum:

Hutbeler

Birinci Hutbe: Bu hutbe, “Hamd, Allah’a mahsustur ki övenler onu hakkıyla övemezler…” cümlesiyle başla­mak­tadır ve bu hutbe aşağıdaki şu kitaplarda yer almıştır:

1- el-İrşad, Şeyh Müfid[109]

2- Tuhafu’l-Ukul, Necef baskısı, s.43[110]

3- et-Tevhid, Şeyh Saduk, s.24 ila 28

4- el-Emali, Şeyh Tusî (hicrî 460 yılında vefat et­miştir), c.1, s.22

5- el-Mecalis, Şeyh Müfid, s.149.[111] Merhum Meclisî ise Bihar, c.77, s.302’de bu hutbenin büyük bir bölümünü Vasitî’nin Uyunu’l-Hikmet adlı eserinden naklet­mektedir.

İkinci Hutbe: Bu hutbe, “Nimetini tamamladığı için ona hamt ederim…” cümlesiyle başlamaktadır. Taberî’nin el-Müsterşid kitabında, s.73’de birtakım fazlalık­lar ve farklılıklarla nakledilmiştir.

Üçüncü Hutbe: Bu hutbe meşhur olan Şıkşıkıye hutbesidir. İlelu’ş-Şerai’ s.144; Meani’l-Ahbar,[112] 404. bab, s.361; el-Emali, Şeyh Tusî, c.2, s.382-384; eş-Şafi, Seyyid Murtaza (hicrî 426 yılında vefat etmiştir), s.203; el-İrşad, Şeyh Müfid, s.166 ve bir başka baskısında s.135. Aynı zamanda Şeyh Müfid bu hutbeyi el-Cemel, s.46 ve 76’da; el-İfsah kitabında ise s.17’de nakletmiştir. Ebu Said Mansur ve hicrî 422 yılında ölen Zirabî, Nesru’d- Dürer kitabında Nehcü’l-Belâğa’dan az bir farklılıkla bu hutbeyi naklet­miştir.

Adı geçen hutbe, bu kitaplarda İbn Abbas’a ulaşan senetleriyle nakledilmiştir. Senet zinciri arasında Ehlisünnet âlimlerinden bir grup da göze çarpmakta­dır. Örneğin hicrî 303 yılında vefat eden Ebu Ali Cubaî, hicrî 317 yılında vefat eden Ebu’l-Kasım Belhî ve hicrî 606 yılında vefat eden İbn Esir, en-Nihaye kitabında Şıkşıkıye lafzı hususunda şöyle diyor: “Bu kelimeyi Hz. Ali (a.s) bu hutbesinde kullanmıştır.”

Firuzabadî de el-Kamus adlı kitabında Şıkşıkıye hutbesini Hz. Ali’ye isnat etmiş ve Aleviyye diye ad­landırmıştır. Bütün bu söylenenlerin yanı sıra İbn Ebi’l-Hadid de bu hutbeyi Ebu’l-Kadım Belhî Mutezilî’nin kitabından nakletmiştir ve bu kitap Seyyid Razî’nin do­ğumundan yıllar önce yazılmıştır.

Musaddık Vasitî’den şöyle söylediğini nakletmektedir: Üstadım İbn Haşşab’a şunu sordum: “Acaba bu hutbe yalan yere mi Ali’ye isnat edilmiştir?” Üstadım: “Allah’a andolsun ki ben bu hutbenin Hz. Ali’nin sözleri olduğu husu­sunda yakin içindeyim.” Ben de: “Halkın çoğu Nehcü’l-Belâğa’yı Seyyid Razî’nin uydurup Hz. Ali’ye isnat etti­ğini söylüyorlar.” dediğim zaman üstadım bana şu cevabı verdi: “Seyyid Razî ve diğerlerinin böylesine nefis üslupları ola­bilir mi? Biz Seyyid Razî’nin yazılarını gör­dük. Onun söz ve şiirlerinin metodunu ve tarzını biliyoruz.”[113]

Dördüncü Hutbe: Bu hutbe, “Karanlıklarda bizimle hidayete erdiniz…” diye başlamaktadır ve el Müstedrek, s.76 ile el-İrşad, Şeyh Müfid, s.119’da nakledilmiştir. İbn Ebi’l-Hadid şöyle diyor: “Bu hutbe de Hz. Ali’nin en uzun hut­belerinden biri sayılmıştır.” Daha sonra hutbenin tümünü nakletmekte ve bazı kelimeleri hususunda görüş belirt­mektedir.

Beşinci Hutbe: Bu hutbe, “Ey insanlar! Fitne dalgala­rına karşı direnin…” diye başlamaktadır. el-İhticac, Tabersî, s.127; Tezkiretu’l-Havas, s.128’de senet zincirleriyle ve tabir farklılıklarıyla nakledilmiştir. İbn Ebi’l-Hadid ise hutbenin söyleniş nedenlerinden, ön bilgilerinden ve atılmış fazla­lıklarından söz etmektedir.

Mektuplar

Birinci Mektup: Bu mektup, “Allah’ın kulu ve Mü­minlerin Emîri Ali’den Kufe ehline…” diye başlamaktadır. Hicrî 286 yılında ölen İbn Kuteybe’nin el-İmame ve’s-Siyase kitabı, s.58’de, başka bir baskısında ise s.67’de ve Şeyh Müfid’in el-Cemel kitabında, s.115 ve bir başka baskısında ise s.131’de nakledilmiştir.

İkinci Mektup: Bu mektup, Şeyh Müfid’in el-Cemel kitabı, s.200 ve en-Nusre, s.215’de senet fazla­lıkları ve farklılıklar ile kaydedilmiştir.

Üçüncü Mektup: “Ey Şureyh, şüphe­siz sana… gelecektir…” diye başlayan bu mektup, Şeyh Saduk’un el-Emali kitabı s.87’de, hicrî 654 yılında ölen Sibt İbn Cevzî’nin yazdığı Tezkiretu’l-Havas kitabı s.654 ile 185’de ve hicrî 454 yılında ölen Kadı Kudaî’nin yazdığı Dusturu Mea­limi’l-Hikem kitabı s.454 ve 135’de nakledilmiştir.

Dördüncü Mektup: Tezkiretu’l-Havas, s.157’de nakledilmiştir.

Beşinci Mektup: “Senin sorumluluğun, ekmek ve su vesilesi değil, boynundaki emanetin hakkını vermek için çalış­maktır…” diye başlayan bu mektup İbn Kuteybe’nin el-İmame ve’s-Siyase kitabı, c.1, s.79; bir başka baskıda ise, s.91’de; İbn Abdurrabbih’in[114] İkdu’l-Ferid, c.2, s.232; bir başka baskısında ise, c.3, s.14’de ve hicrî 212 yılında vefat eden Nasr b. Müzahim’in Siffin kitabı, s.20’de nakledilmiştir.

Kısa Sözler

1- “Fitneye karşı iki yaşındaki deve gibi ol.” Hicrî 380 yılında ölen Ebu Hayyan Tevhidî, el-İm­tina’ ve’l-Muanese kitabında, c.2, s.31; Amedî’nin Gureru’l-Hikem kitabında, “kaf” harfinde nakledilmiştir. Aynı zaman Al­lâme Hillî’nin kardeşi Şeyh Raziyuddin de el-Adedu’l-Kaviyye kitabında bu cümlenin tamamını ayrıntılı olarak nakletmiştir.

2- “Tamaha sarılan, kendini alçaltır.” Tuhufu’l-Ukul, s.201’de nakledilmiştir.

3- “Cimrilik ardır (utançtır), korkaklık noksanlıktır.” Tuhufu’l-Ukul, s.201’de nakledilmiştir.

4- “İlim, en değerli mirastır.” el-Emali, Şeyh Tusî, c.1, s.114’de; Tuhefu’l-Ukul, s.201’de; el-Mecalis, Şeyh Müfid, s.295’de nakledilmiştir.

5- “Dünya, bir kimseye ikbal gösterirse…”[115] Hicrî 346 yı­lında vefat eden Mes’udî, Murucu’z-Zeheb kitabında, c.3, s.434’de; Dusturu Mealimi’l-Hikem, s.25 ve Amedî, Gureru’l-Hikem ve Dürerü’l-Kelim kitabında, s.142’de nakledilmiştir.

Nehcü’l-Belâğa’nın Senetleri Hususunda Şüphe Etmek

Şüphesiz muhterem okuyucular bu söylenenler ışı­ğında Nehcü’l-Belâğa’nın senetleri konusunda şüpheye düşmenin söz konusu edilmesini şaşkınlıkla karşılayacaklar­dır. Ama bilmek gerekir ki, bu tür şüpheler, birtakım ya­zarların cehalet, bağnazlık, yersiz, boş inançlara taraftarlık etmek ve benzeri şeylerden kaynaklanmıştır ve de kitap­larda oldukça çok görülmektedir. Meşhur deyimle bunlar, “delinin kuyuya attığı taşı kırk akıllı çıkaramaz” türünden şüphe­lerdir.

Tam iki yüz elli yıl boyunca bütün rical ve biyografi âlimleri Nehcü’l-Belâğa’yı Seyyid Razî’nin derlediği kitap olarak kabul etmiş ve içindeki sözlerin Emirü’l-Müminin Ali’ye ait olduğu hususunda yakin içinde ol­muşlardır. Aniden Musul bölgesinde, Erbil kalesinde Şemsuddin b. Hallikan adında bir şahıs,[116] Vefiyyatu’l-A’yan kitabında Nehcü’l-Belâğa’yı Seyyid Razî’nin kardeşi Seyyid Murtaza’nın kitabı olduğunu iddia etmiştir. Daha sonra da hiçbir delili olmadan kendi düşüncelerini şöyle aktarmıştır:

“İnsanlar, Ali b. Ebu Talib’in söz­lerinden oluşan Nehcü’l-Belâğa hususunda ihtilafa düş­müşler ve bu kitabı Seyyid Murtaza’nın veya Seyyid Razî’nin kaleme aldığı hususunda şüphe etmişlerdir. Kitabı yazanın da, toplayanın da bir olduğunu ve Ali’ye yalan yere isnat edildiğini söylemişlerdir.”[117]

İbn Hallikan’dan sonra Yafiî,[118] Zehebî,[119] İbn Hacer,[120] İbn İmad Hanbelî[121] ve Ahmed Emin[122] gibiler ortaya çıkıp İbn Hallikan’ın sözünü tekrar etmişlerdir. Ama Hatip Hüseynî’nin bu gruptan saydığı[123] Selahuddin Safedî ise İbn Teymiye’nin bunu inkâr edip şöyle dediğini nakletmiştir: “Nehcü’l-Belâğa Seyyid Razî’nin diktesi olamaz, Nehcü’l-Belâğa’da yer alanlar Ali b. Ebu Talib’in kelamıdır, Seyyid Razî’nin Nehcü’l-Belâğa’daki sözleri (önsözü ve açıklamaları) ise bilinmektedir.”[124]

İbn Hallikan’ın yolunu takip etmek isteyen bazı kim­seler sözde bu hayalî iddialarına birtakım deliller de getirmişlerdir. Bu delillerden bazıları şöyledir:

1- Nehcü’l-Belâğa Peygamber’in ashabına hakaret ile doludur.

2- Gayb ilmini bildiğini iddia etmektedir.

3- Uzun hutbeleri vardır.

4- Lafzı, kafiyesi vs. vardır.

5- Konuları oldukça dikkatli bir şekilde inceden inceye nitelendirmiş ve ayırmıştır.

6- Hıristiyanlarınkine benzer bir şekilde insanlara sü­rekli ölümü hatırlatmakta, dünyayı terk etmeye davet et­mektedir, gibi iddialar.

Nehcü’l-Belâğa’nın konuları Seyyid Razî’den çok ön­celeri telif olmuş ve kaynak kitaplardan çıkarılmadan önce bazı Şiî ve Sünnî yazarlar bu hayali itiraz­lara cevap vermeye çalışmışlardır. Örneğin Seyyid Abduzzehra Hüseynî,[125] Seyyid Hibbetuddin Şehristanî,[126] Seyyid Abdullah Nimet,[127] Muhammed Muhyiddin[128] ve Şeyh Hadi Kâşifu’l-Gıta[129] gibi bazı kimseler bu konuda bü­yük çaba sarf etmişlerdir.

Ama bugün artık Nehcü’l-Belâğa, kelime kelime incelenmiş ve çok sağlam kaynaklarla belgelenmiştir. Dolayısıyla artık böyle bir tartışma yersizdir ve insanın vaktini boşuna harcama anlamına gelmektedir. Ama söylemek gerekir ki, bu itiraz edenler evvela Ali b. Ebu Talib’i o yüce ilmî ve ilâhî ma­kamından aşağı indirmiş ve onu kendileri ile mukayese etmektedirler. Onun yüce ve ruhanî sözlerini kendi kısır akıllarıyla değerlendirmişlerdir. Dolayısıyla kafalarına takılan problemleri de hemen kâğıda dökmüşlerdir.

Psikolojik Yorum

Gerçi daha önce de söylediğimiz gibi, Nehcü’l-Belâğa’nın senetlerinden şüphe etmek şaşırtıcı bir şeydir. Elbette bir açıdan fazla şaşırmamak da gerekir. Çünkü İbn Hallikan ve takipçileri, çocukluk dönemlerinde anne ve babasın­dan bütün sahabelerin adil, takvalı, doğru sözlü ve güve­nilir insanlar olduğunu işitmişlerdir. Daha sonra kendi öğretmen ve üstatlarından da bunu duymuşlardır. Kitap­la­rında da bunu okumuşlar, toplumlarında buna şahit olmuşlardır. Bir ömür boyu sahabenin tümünün mukad­des ve münezzeh melekler olduğuna inanmışlardır. Dola­yı­sıyla bu tür insanlar ellerine kalem alıp da Nehcü’l-Belâğa hususunda hüküm vermek istediklerinde, kendi inançlarına aykırı olan Şıkşıkiye hutbesi gibi ko­nuları görünce, Ali’yi (a.s) ne tasdik edebilmekteler, ne de tekzip! Çünkü Ali (a.s) de sahabeden biridir. Bu nedenle çare olarak sığınacakları tek şey şöyle demek oluyor: “Bu kitap, Ali’nin sözü değildir.”

Elbette onlar böyle derken, bu peşin hükümleri ile ken­dilerinden sonra birtakım insanların çıkıp Nehcü’l-Belâğa’da yer alan konuları kendilerinin muteber kitapların­dan da çıkarabileceklerini ve bu durumda mahcup olacakla­rını düşünememişlerdir. Biraz daha anlayışlı ve uzak gö­rüşlü olanlar ise böyle kötü bir akıbeti görmüşler ve başka bir çare bulmaya çalışmışlardır. Onlara göre de Nehcü’l-Belâğa, Hz. Ali’nin sözleridir. Ama kendi inançlarına ay­kırı olan yerleri kendi inançlarına uygun biçimde yorumlamaya çalışmışlardır. Yani bu tabirleri manevî doğruluğundan uzaklaştırmakta ve kendilerine miras kalan inançlarına uyarlamaya çalış­mışlardır. İbn Ebi’l-Hadid’in aşağıdaki cümleler hakkında yaptığı hatalı yorumlar gibi:

1- “Allah’a andolsun ki Ebu Kuhafe oğlu, hilafete göre yerimin, değirmen taşının mili gibi olduğunu bildiği hâlde hilafeti bir gömlek gibi giyindi.”[130]

2- “Baktım da, ehlibeytimden başka yardım edip destekleyen, hakkımı savunan kimsenin olmadığını gör­düm.”[131]

3- “…Ve velayet hakkının hususiyetleri onlarındır.”[132]

4- “Vasiyet ve veraset onlardadır.”[133]

(İbn Ebi’l-Hadid bazen bu tevilleri “ashabımız öyle diyor” diye nakletmektedir ve belki kendisi de buna inan­mamaktadır.)

5- Kadi’ul Kudat’ın Şıkşıkıye hutbesindeki İbn Ebu Kuhafe kelimesi hakkında yaptığı açıklama ve yanlış yorum gibi…[134]

Diğer bir grup ise bu tür yerlerde sessiz kalmayı tercih etmekte ve hiçbir açıklama yapmamaktadır. Şeyh Muhammed Abduh, Mersifî, Muhammed Ebu’l-Fazl ve benzeri kimseler bu gruptandır. Allah, kullarının içinde gizlediklerini herkesten daha iyi bilmektedir.

 

 


[1]– Seyyid Razî’nin biyografisi hakkında aşağıdaki kitaplara müracaat ediniz: Enbahu’r-Rubat, 3/114; el-Bidayetu ve’n-Nihaye, 3/12; Tarih-i Bağdat, 2/246; Kâmil-i İbn Esir, hicrî 406. Yıl Olayları; Tarih-i İbn Ebi’l-Fida, 2/145; ed-Derecatu’r-Rafie, s.466; Revzetu’l-Cennat, s.573; Şezerat’uz-Zeheb, 3/182; el-İber, 3/95, Lisanu’l-Mizan, 5/141; Mir’atu’l-Cinan, 3/18; el-Muntezem, 7/279; Mizanu’l-İ’tidal, 3/523; el-Vafi Bi’l-Vafiyat 2/374; el-Gadir, 4/180 ve Reyhanetu’l-Edeb, 2/121-128

[2]– Seyyid Razî’nin Nehcü’l-Belâğa kitabının ön sözünden özetle

[3]– İstinad-i Nehcü’l-Belâğa, s.7

[4]– Mesadiru Nehci’l-Belâğa, Abduzzehra Hüseynî Hatip, s.97

[5]– age. s.93

[6]– age. s.97

[7]– age. s.93

[8]– age. s.98

[9]– age. s.99, Nezeratun Fi’l-Kur’ân kitabından naklen.

[10]– age. s.99

[11]– Şerh-u İbn Ebi’l-Hadid, c.7, s.202

[12]– age. c.6, s.246

[13]– Mesadiru Nehci’l-Belâğa, Hüseynî, s.100

[14]– age. 100 ila 106. sayfalar, özetle

[15]– age. s.100 Abkeriyyetü’ş-Şerif’ten naklen.

[16]– age. s.105, et-Teraz kitabından naklen.

[17]– Abkariyyeyu’l-İmam, s.178

[18]– Mukaddeme-i Nehcü’l-Belâğa, Şerh-i Muhammed Abduh, özetle.

[19]– el-İmam Ali, c.1, s.102

[20]– el-Beyan ve’t-Tebyin, c.1, s.83

[21]– Şerh-i İbn Ebi’l-Hadid c.7, s.212

[22]– Subhu’l-A’şa c.1, s.59

[23]– el-İmam Ali (a. s), c.1, s.174

[24]– ez-Zeria c.7, s.189; Mesadiru Nehci’l-Belâğa, c.1, s.48

[25]– ez-Zeria, s.7, s.191; Mesadir, c.1, s.49

[26]– Mesadir, c.1, s.53

[27]– Mesadir, s.1, s.51

[28]– Mesadir, s.1, s.51

[29]– Fihrist-i Neccaşi s.148

[30]– ez-Zeria, c.7, s.188

[31]– Fihrist-i İbn Nedim, s.140

[32]– Mesadir, c.1, s.59

[33]– Mesadir, c.1, s.50

[34]– ez-Zeria, c.7, s.190

[35]– ez-Zeria, c.7, s.191 ve Mesadir, c.1, s.62-65

[36]– el-Kuna ve’l-Elkab, c.2, s.448

[37]– Mesadiru Nehci’l-Belâğa, c.1, s.16

[38]– Mucemu’l-Buldan, Beyne’s-Sureyn kelimesinde

[39]– ez-Zeria, c.7, s.192; Kütüphanenin yakılış tarihini 447, İbn Esir ise 450 olarak kaydetmiştir.

[40]– ez-Zeria, c.7, s.192

[41]– Bu hutbeler Hoî’nin 21 ciltlik şerhinde şu sıralamayla yer almıştır: c.4, s.14, c.4,s. 118, c.4, s.141, c.7, s.69, c.10, s.288

[42]– Bu hutbeler hakkında El Kaşif kitabında İbn Ebi’l-Hadid’in kitabının dördüncü baskısından bazı örnekler verdik.

[43]– Murucu’z-Zeheb, c.4, s.441. (Fransızca tercümesiyle) ve c.2, s.431 (Mısır baskısı)

[44]– Tuhefu’l-Ukul, s.60

[45]– ez-Zeria, c.7, s.192; Menakibu Âl-i Ebî Talib’den naklen

[46]– Seyrî Der Nehcü’l-Belâğa, s.6

[47]– Mesadiru Nehci’l-Belâğa, s.330

[48]– age.

[49]– age. s.332

[50]– Gurer ve Durer-i Amedî, c.3, s.392

[51]– age. c.6, s.159

[52]– age. c.6, s.379

[53]– age. c.6, s.250

[54]– age. c.2, s.467

[55]– Mesadir, c.1, s.68

[56]– age. c.1, s.71

[57]– age.

[58]– age. c.1, s.73

[59]– Mesadir, c.1, s.72 (Tebersî, hicrî 548 yılında vefat etmiştir. Mezarı Meşhed’de olup Şiîler tarafından ziyaret edilmektedir ve aynı zamanda Mecmeu’l-Beyan kitabının da yazarıdır.)

[60]– Mesadir, c.1, s.75

[61]– Mesadir, c.1, s.75

[62]– age. s.81

[63]– age. s.84

[64]– age. s.85

[65]– age. s.85

[66]– age. s.86

[67]– age. s.87

[68]– age. s.89

[69]– age. s.90

[70]– age. s.91

[71]– Fihrist-i Neccaşî, s.282

[72]– el-Gadir, c.4, s.199

[73]– Keşfu’z-Zunun, s.428 ve 159

[74]– Mesadir, c.1, s.117

[75]– age. s.117

[76]– age. s.118

[77]– age. s.118

[78]– age. s.118

[79]– age. s.119

[80]– age. s.121

[81]– ez-Zeria, c.14, s.112-155

[82]– el-Gadir, c.4, s.186- 192

[83]– Mesadiru Nehci’l-Belâğa, s.1, s.247- 329

[84]– Müstedrek, c.3, s.326

[85]– Mesadiru Nehci’l-Belâğa, s.1, s.248

[86]– age. s.248

[87]– age. s.249

[88]– el-Muntazam, c.1, s.222

[89]– el-Gadir, c.4, s.186

[90]– Mesadir-i Nehcü’l-Belâğa, c.1, s.40

[91]– age. s.41

[92]– Nehcü’l-Belâğa-i Dr. Subhi Salih, s.49

[93]– age. s.61

[94]– age. s.61

[95]– age. s.126

[96]– age. s.129

[97]– age. s.164

[98]– age. s.176

[99]– age. s.167

[100]– Ama kendisi de tümüyle sayamamış ve birtakım yerleri gözden kaçırmıştır.

[101]– Birinci Hutbe

[102]– İbrâhîm Suresi, 34. ayet

[103]– Birinci Hutbe

[104]– Sâffât Suresi, 6. ayet

[105]– 34. Hutbe

[106]– Ahzâb Suresi, 19. ayet

[107]– İnfitâr, 6

[108]– Nûr 36

[109]– Şeyh Müfid, Seyyid Razî’nin üstadıydı. Hicrî 413 yılında 77 yaşında vefat etmiştir.

[110]– Bu kitabın yazarı Hasan bin Şube Harranî’dir. Vefat tarihi belli değildir. Rical alimleri kendisini dördüncü asır alimlerinden saymıştır ve muhtemelen daha Seyyid Razî doğmadan vefat etmiştir.

[111]– Şeyh Hadi Kaşifu’l-Gıta Hehcu’l-Belağa’nın birinci hutbesini Bihar, s.113’de Uyunu’l-Hikme ve’l Muvaize’den nakletmiştir. Ama herhalde Garra hutbesiyle karıştırılmıştır ki, c.17, s.113’de (eski baskı) bu kitaptan nakletmiştir.

[112]– Saduk diye meşhur olan Ebu Cafer Muhammed b. Ali b. Hüseyin bin Babeveyh Kummî hicrî 381 yılında 70 küsur yaşında iken vefat etmiştir. Şıkşıkıye hutbesini bu iki kitapta farklı senetlerle nakletmiştir. Merhum Şehristanî ise Nehcü’l-Belâğa’dan farklı tabirlerini “Mahuve Nehcü’l-Belâğa” kitabında izah etmiştir.

[113]– Şerhu Nehci’l-Belâğa-i İbn Ebi’l-Hadid, eski baskı, s.41, (Şıkşıkiye hutbesinin şerhinin sonunda)

[114]– Gaybet-i Suğra asrının edebiyatçılarından ve muhaddislerinden olup Şafiî mezhebindendir. 328 yılında 82 yaşında iken vefat etmiştir.

[115]– Bu arada Nehcü’l-Belâğa’da nakledilmiş olan üç cümle için ise baktığım kaynaklarda herhangi bir senedi ve kaynağı zikredilmemiştir. Sadece Seyyid Abduzzehra Nazirî, 2. cümlesi için kaynak zikretmektedir.

[116]– Hallikan diye meşhur olan Ahmed b. İbrahim b. Ebu Bekir ceddine mensuptur ve İbn Hallikan diye bilinmektedir. Hicrî 608 yılında doğdu ve 681 yılında da vefat etti. Şair ve edip biriydi. Özellikle de Yezid b. Muaviye’nin şiirlerine karşı büyük bir ilgisi vardı. Ömrünün sonunda Melik Muzafferin oğluna aşık olmuştu. Bir gün onu sokakta gördü. Üzerindeki kadılık elbisesini çıkararak onun ayaklarının önüne attı. Saltanat ailesi çocuklarını İbn Hallikan ile birlikte olmaktan men etmişlerdi. İbn Hallikan bu çocuğun aşkından çılgına dönmüş sürekli şu şiirleri okuyordu:

“Ben Vallahi Helak oldum

Yaktı beni o boy poz ki

Şüphesiz kıyametim kopmuştur.”

İbn Hallikan ölüm hâlinde dahi bu şiiri okuyordu ve bu hal üzere öldü. Mesadiru Nehci’l-Belağa, c.1, s.114; Fevatu’l-Vefiyyat, c.1, s.17’den naklen ve hakeza Tezyinu’l-Esvak, s.17

[117]– Vefiyyatu’l-A’yan, c.3, s.313

[118]– Mir’atu’l-Cinan, c.3, s.55, hicrî 768 yılında vefat etmiştir.

[119]– Mizanu’l-İ’tidal, c.3, s.124, hicrî 748 yılında vefat etmiştir.

[120]– Lisanu’l-Mizan, c.3, s.223, hicrî 852 yılında vefat etmiştir.

[121]– Şezeratu’z-Zeheb, c.3, s.257, hicrî 1089 yılında vefat etmiştir.

[122]– Fecru’l-İslâm, s.178

[123]– Mesadiru Nehci’l-Belağa, c.1, s.115

[124]– el-Vafi Bi’l-Vefiyyat, c.2, s.370

[125]– Mesadiru Nehci’l-Belâğa, c.1, s.127-220

[126]– Tercüme-i Mahuve Nehcü’l-Belâğa, Seyyid Abbas Mirzade, s.104-126

[127]– Mesadiru Nehci’l-Belâğa, s.70-128 (Bu kitapta on yedi itiraz nakledilmiş ve hepsine cevap verilmiştir.)

[128]– Mukaddeme-i Nehcü’l-Belâğa-i Şerh-i Abduh

[129]– Medariku Nehci’l-Belâğa, s.226-234

[130]– Minhacu’l-Beraa, Seyyid Habibullah Hoî, c.2, s.414

[131]– age. c.3, s.372

[132]– age. c.2, s.332

[133]– age. c.2, s.341

[134]– age. c.3, s.38