Resulullah ( s.a.v. )’ın Gençlik Dönemi
Evlilikten Bi'set'te Kadar
İnsanların hayatlarından en önemli ve hassas dönem, gençlik çağıdır. Çünkü bu çağda cinsi içgüdüler en kamil haddine varıyor : hevesine düşkün nefis her an kafasında bir heves oluşturulmasının insanın akıl şehvet iç güdü fırtınaların karartırılması kaçınılmaz olmasıdır. Maddi içgüdülerin insan üzerinde egemenliği, daha da bir artıyor neticesinde aklın hakimiyeti azalıyor.
Böyle bir durumda eğer insanın maddi imkanları da yeride olursa, işte o zaman gençlik telikeli bir konu haline geliyor. Bir yandan hayvan-i içgüdüler ve beden sağlığı bir yandan da maddi imkanları elele vererek insanı tam bir gaflete daldırır ve sonuçta hayvanı eğilimlerini doyurmaya çalışmaktan bir şey yapmaz hale geliyor.
Pedegoglar ve piastroglar Piskolojik sosyal açıdan insanların bir bünalım içerisinde oldukları bu dönemi saadet ve şekavet ve mutluluk arasındaki ayrım noktası sayıyorlar. Bu dönemde insanlardan çok az bir bölümü, kendileri için, makbul bir hareket çizgisi tayin edebilmektedirler ; iyi melekeler ve güzel huylar edinmek için hiç bir telikesi olmayan bir yolu seçebilmektedirler. Bu dönemde nefse hakim olmak, çok güzel bir meseledir. Eğer doğru bir aile terbiyesi de olmazsa, o genc'in kötü akibeti önceden kabullenmek gerekir sanırım.
İşte böyle bir dönemin söz konusu olunca ve ayrıcada Hz. Peygamber ( s.a.v. )'ın doğum yılları ve o zaman ki barbar egemen faşist Kureyş kabilerilerinin reislerin içinde bulundukların dehşet verici hayat sıtandartlarının inanılmaz aşamadaki insanların alaksızlığının düşünürsek. Ve böyle bir zaman birininde nefsine ve izetine düşkün ve gençliğininde parmak üzerinde tutulmasının inanılmaz becerisinde Hz. Muhmmae ( s.a.v. )'ın aldığı terbiyeyi de göz önünde bulundurursak gerçekten de Hz. Muhammed ( s.a.v. ) sadece barbar Arap toplumuda değil de tüm dünya insan oğluna bir örnek misalidir.
Bin dört yüz yıl sonrada insanların düştükleri omo sekuel sistematık yönünde ki alak bozukluğunda ki zaman birime ele alırsak insanın cinsi içgüdü üzerinde bir değerlendirme ve araştırma yaparak, tekrar Hz. Muhammed ( s.a.v. )'ın o günkü eğitimi ve terbiyesi bizlere daha da bir örnektir.
Burdaki konumuzda da Arap milliyetçiliğin oluşturduğu katliyamların ardı sırası kesilmesi bilmiyen ve alâk bakımından insan moral ve karekterinin sıfır olduğunu ve insan sosyogların Kureyş barbarlaşmış aklı ve zekahsiyle hiç bir bağlantılarının olmadığı kız çocuklarının diri diri gömülmelerinin kabul edilmelerinin bir erkeklik onuru olduğunu ve insanların kabilelerinin menfaatlarının gereği katledildiklerinin bir zaman biriminde ki Hz. Muhammed ( s.a.v. )'ın o toplum içerisinde yaşadığını ve o toplumdan bir fert olduğunu anımsamak gerçektende inanılması çok güç ve zordur.
Aynı zamanda insanların izzet ve şerefle hiç başlantılarının kalmadığı ve kendi hanımlarının içtikleri içkilerden sonra verdiği şarhoşluğun tesiri kendi ailelerini başkalarına peşkeş çekip satmalarının verdiği insan piskolojinin yüz kızarcılığının bir hakim faşist Kureyş dönemindeki bir zaman birimini ele almamızdaki daye ve hikmetlerin içreisinde ki Hz. Muhammed ( s.a.v. )'ın hayatını ele alıp yazmak gerçektende bir mücizedir. Ve bir insanlık onur ve şemboludur, o Kureyş genci'nin cesaretli, kuvvetli ve sapa sağlam olduğununda hiç bir şüphe yoktur. Çünkü cesur bir aile de doğmuş, serbest ve sakin bir terbiyeyle büyümüştü. Şimdi bakalım, Hz. Hatice ( a.s. )'ın varlığı gibi bir varlık eline geçtiğinde ve hertürlü eğlencelerin var olduğu kötülüklerin işlendiği bir amansız pisliğinin içine itilecek mi ? yoksa kendi kişi ve karekterine uygun olarak ailesinden aldığı terbiyeyle disipinli ve örnek bir insan olarak izzet ve şerefini koruyacakmı ? Acaba bu maddi imkanlardan gençlerin çoğu gibi hayvanı içgüdülerine tatmin etmek için o faşist Kureyş gençleri gibi onlarla birleşip onlardan mı olacaktı ? Hayır asla öyle olmıyacak daha da karekterli düşünceli mazlumiyetin yanında olacak yoksul ve fakirleri arka çıkacak, ve köle ( işçi sınıfın ) yardımcısı olacaktı. Tarihinde şahid olduğu üzere o, akıllı ve tercübeli kişiler gibi yaşıyordu ; eğlenmez zevk ve sefadan kesinlikle kaçınıyordu ; yüzünde daima tefekkür eserleri vardı. Toplumdaki fessatlarından uzak olmak içinde sık sık uzun müddet te dağların etiğine ve dedesi Hz. Abdulmuttalib ( a.s. ) tarafında götürüldüğü hira dağına da çekiliyordu. Azda olsa kötülüklerin işlendiği Mekke halkından da ayrı kalmayı tercilerinin başarısına ulaşmış oluyordu. Mağarada kaldıkları zamanda Allah'ın kudretini mütealâ'ya dalıyordu. Kendi aklınca düşüncelerle dalıp Mekke halkının içerisinde ki kötü hareketlerin sonun gelmesininde ki rolun oluşmasındaki fonsiyonların ne gibi bir katkıyla düzelleteciğini ve insanları bu kadar işkencelere dayanacığının amansız acılardandan kurtulmalarının bir amaçlı yolu olduğunun yaratıcıya ihtiyaçlarının olduğunun ve insan oğullarının insan üzerindeki hakim sınıf oluşlarının bir sonu olmasındaki düşüncesinde oluşmasındaki tavrını Allah'a müteâla ediyor tüm zamanlarının Rabbi için geçmesinden daha da mutlu oluyordu.
Peygamber ( s.a.v. )'in gençlik Duyguları :
Bir gün Mekke'de kumarbazın bir, kumar oynarken devesini, oturduğu evini ve nihayet on yıllık ömrünü kaytetti. Bu olay, Kureyş genci'nin insani duygularını yaraladı ve onu o kadar üzdü ki, o gün Mekke'de kalmayıp etraftaki dağlara sığındı ve gece yarılarına doğru eve döndü. O, bu gibi üzücü manzaları görünce gerçektende çok üzülüyor ve o sapık zümrenin akılsızlığına şaşıyordu. Hz. Muhammed ( s.a.v. ) ile evlenmeden önce Hz. Hatice'nin evi yoksulların ve kimsesizlerin umut evi idi. Evlendikten sonra da kocası, onun fakirlere yardım programında bir değişiklik yapmadı.
Kıtlık ve kuraklık yıllarında bazen Peygamber (saa)’'ın süt annesi Halime onu görmeye geliyordu. Resul-i Ekrem, kendi abasını onun ayaklarının altına seriyordu, çocukluk çağında Halime'nin kendisine karşı gösterdiği sevgisini ve o sade hayatı hatırıyordu ; oturup onun sözlerini dinliyor ve gitmek istediği zaman elinden gelen yardımı esirgemiyordu. Biz bu konu hakkında Hz. Hatice ( a.s. )'ında ele aldık ve gereken bilgiyide verdik. ( Menakıb'i ibn-i şehraşub, c. 1 sayfa 140 : Kurb'ül-İsnad, sayfa. 6-7 Hisal-i saduk, c. 2 sayfa : 37 ; Bilar'ül- Envar, c. 22 sayfa. 151- 152. Bazı Peygamberler'in erkek çocuklarının ikiden fazla olduğuna inanırlar, bu hususta Tarih-i Taberi, c. 2 sayfa 35 ve Bihar'ül- Envar, c. 22. sayfa. 166'ya bakınız. )
Hz. Peygamber ( s.a.v. )'in Hz. Hatice ( a.s. )'dan olan Evlatları :
Biz bu konuyu genişliğiyle ve detaylarıyla ele aldık ve iki önemli şahşıyetlerin hayatlarında belgelerle işledik. Biri Hz. Muhammed ( s.a.v. )'ın evlatları hakkında, öbürüde Hz. Hatice ( a.s. )'ın çocukları kısmında. İsteyen araştırmacı arkadaşların bu kısımda ki belgelere baş vurabilirler.
Evlatın vücudu, evlilik bağını daha bir sağlamlaştırmakta, eşlerin hayatını da aydınlatatmakta ve hayata özel bir sevinç kazandırmaktadır. Hz hatice ( a.s. )'ın Kureyş genci için altı çocuk vermiştir. İkisi oğlan olmak üzere dört tanede kız çocuk dünya'ya getiren Hz. Hatice'nin sadece Hz. Fatımatü'z-Zehrâ'dan başka çocukları kalmamışlardır. Her nedense Ehl-i Sünnet alimleri gerçek olmiyan bir tavırlarından vaz geçmemek şartıyla Hz. Hatice ( a.s. )'ın Rukeyye, Zeynep ve Ümmü Gülsüm'ün adındaki çocuklarında Hz. Muhammed ( s.a.v. )'ın çocuklarında olduğunu idia etmektedirler. Halbuki Bu üç kız çocuklar Hz. Hatice annemizin ilk iki kocalarındandırlar. Bu nedenlede Allah'u Talâ Kur'an'da Kevser Süresinde Ebter kelimesini kullanmışlardır. Bu açıdan birinin gerçekliğine inanmak zorundayız. Ya ayetle nazil olmuş Kevser Süresi veya gerçekle hiç bir ilgisi olmayan üç kız çocuğu. Bunlardan birine inanmamız lazımın yanında da zorundayız.
Peygamber ( s.a.v. ) çocuklarından Hz. Fatımatü'z-Zehrâ'dan başka öbür çocukları vefat etmişlerdir.
Oğlanlardan büyüğünün adı Kasım, küçüğünün adı ise Abdullah idi. Onlara Tayir ve Tayyib'de diyorlardı. İbn-i Hişam'ın nakline göre, kızların en büyüğü Rukeyye, sonra Zeynep, sonra Ümmü Gülsüm ve en küçüğüde Hz. Fatıma ( a.s. ) idi. Peygamber'in erkek çocuklarının hepsi Bi'set'ten ( Risalet görevinin başlamasından ) önce öldü, fakat kızları nübüvvet dönemine eriştiler. Madem ki kızlarında nübüvvet'te kadar eriştilerde neden Kevser Süresinin büyük bir anlamı vardır. Ve neden burda soyu kesik kelimesi kullanılmaktadır. ( Emali'yi Saduk, sayfa. 247. )
Peygamber'in hadisler karşısında metanet ve salabeti, herkesce bilinen bir şeydi. Fakat bununla birlikte, evlatlarının ölümünde onun kalbi üzüntüleri, bazen gözyaşları şeklinde zuhur ederek mübaret yüzüne dökülüyordu. Peygamber, Mariye'den doğan oğlu İbrâhim'in ölümüne de çok üzülmüşlerdi.
Fakat yine de Allah'a şükrediyordu. Hatta ilkelerinden habersiz olan Arap Resul-i Ekrem'in ağlamasına itirazda bulunmuştu. Peygamber ( s.a.v. )'de ; " Bu ağlama, buyurmuştu rahmettir ve merhamet etmeyene merhamet edilmez. " ( Hayatu Muhammed, sayfa. 186. )