Dilini koru zira dili korumak kendin için verdiğin bir sadakadır. el-Kafi, 2/114/7 Hz. Muhammed (s.a.a)

Resulullah’tan (S.A.A) Sonra Ümmetin İlmi Mercileri

Resulullah’tan (S.A.A) Sonra Ümmetin İlmi Mercileri

 


Ayetullah İbrahim EMİNİ


Resul-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem), velayet makamına sahip olup siyasi ve sosyal alanda müslümanlara rehberliğinin yanı sıra, onların akidevi, fıkhi ve ahlaki ihti-yaçlarını gideren ilmi ve kültürel merciliğe de sahipti. Müslümanlar ihtiyaç duyulan tüm ilmi meselelerde Peygamber'e (s.a.a) başvurup cevap-larını alırlardı. Bu cevapların bir kıs-mı vahy yoluyla gelen Kur'an ayetleri şeklinde müslümanlara iletilir; bir kısmı da yine vahy yoluyla hadisler şeklinde müslümanlara tebliğ edilirdi. Allah-u Teala buyuruyor ki:
"O, kendi arzularına göre ko-


nuşmaz. O (konuştukları), ancak vahyolunmakta olan bir vahiydir. Ona (bu Kur'an'ı) üstün bir güç sahibi (Cebrail) öğretmiştir." 1

Peygamber (s.a.a), ilme ihtiyacın
devamlı olduğunu, vefatından sonra da müslümanların güvenilir bir ilmi merciye ihtiyaç duyacaklarını bildiği için kendi Ehl-i Beyt'ini, Kur'an'la birlikte müslümanların ilmi ihtiyaçla-rına cevap verecek, güvenilir ve zengin bir ilim mercii olarak tanıttı. Bu konudaki hadisler sünni ve şii kaynaklarda mevcuttur. "Sekaleyn Hadisi" bunlardan sadece biridir.
Sekaleyn Hadisi, çeşitli senetler ve ifadelerle rivayet edilmiştir. Şimdi bu rivayetlere örnekler vermek yerin-de olacaktır :
Müslim b. Haccac Nişaburi kendi Sahih'inde, Zeyd b. Erkam'dan şöyle rivayet ediyor:
Resulullah (s.a.a), Mekke ile Me-dine arasındaki Gadir-i Hum'da konuşmak için ayağa kalktı ve Allah'a hamd ve senadan sonra, halka nasihatta bulunup şöyle buyurdu:
"Ey insanlar, ben ancak bir beşerim; yakında Rabbimin elçi-si (Azrail) gelecek, ben de davetine icabet ede-ceğim. Aranızda iki değerli şey bırakıyo-rum; Birincisi, hidayet ve nurun bulunduğu Allah'ın Kitabı'dır. Öy-leyse Allah'ın Kitabı'-na sıkıca sarılın." Daha sonra da şöyle buyurdu: "İkincisiyse Ehl-i Beytimdir. Ehl-i Beytim hakkında sizle-re Allah'ı hatırlatı-yorum, Ehl-i Beytim hakkında sizlere Allah'ı hatırlatıyorum, Ehl-i Beytim hakkında sizlere Allah'ı hatırlatıyorum." 2
Hakim Nişaburi, Zeyd b. Erkam-'dan şu hadisi nakleder :
Resulullah (s.a.a) Veda Haccı'n-dan dönerken Gadir-i Hum'da konak-ladığında, orada bulunan ağaçların altını temizlemerini emredip, sonra da şöyle buyurdu:
Peygamber (s.a.a), ilmi mercie daima ihtiyaç duyulduğunu  bildiği için kendi Ehl-i Beyt'ini, Kur'an'la birlikte güvenilir ve zengin bir ilmi merci olarak tanıttı. Bu konudaki hadisler sünni ve şii kaynaklarda mevcuttur. "Sekaleyn Hadisi" bunlardan sadece biridir.

"Allah'ın çağrısına icabet etmeme az kaldı. Ben aranızda, biri diğerinden daha büyük olan iki büyük ve değerli şey bırakıyorum: Allah'ın Kitabı ve Ehl-i Beytim. Bu ikisi hakkında nasıl davranacağı-nıza dikkat edin. Çün-kü Kur'an ve Ehl-i Beytim, Havuz başın-da bana kavuşuncaya kadar birbirinden ay-rılmazlar. Allah benim mevlam, ben de her mü'minin mevlası-yım." O anda Ali'nin (a.s) elini tutarak şöyle buyurdu: "Ben kimin mevlasıysam, Ali de onun mevlasıdır. Alla-h'ım, onu seveni sev, ona düşman olana düşman ol."3
Ahmed b.Yahya Be-lazuri, Zeyd b. Erkam-'dan şöyle rivayet edi-yor: "Peygamber (s.a.a) ile birlikte Veda Hac-cı'ndan dönerken, Ga-dir-i Hum'a vardığımız-da, birkaç  büyük ağa-cın altının temizlenmesini istedi. Ağaçların altı süpürüldükten sonra, ayağa kalkarak şöyle buyurdu:
"İlahi davete icabet etmeme galiba az kaldı. Doğrusu Allah, be-nim mevlam ve ben de her mü'minin mevlasıyım. Ve ben ara-nızda öyle bir şey bırakıyorum ki, ona sarılırsanız asla sapıklığa düşmezsiniz: Allah'ın kitabı ve öz soyum olan Ehl-i Beytim. O ikisi, Havuz'da bana kavuşuncaya kadar asla birbirinden ayrılmıyacaktır." Daha sonra Ali'nin elini tutarak şöle buyurdu: "Ben kimin velisiysem, Ali de onun velisidir. Allah'ım, onu seveni sev, ona düşman olana düşman ol."  
Ebu Tufeyl şöyle der: "Zeyd b. Erkam'a; 'Tüm bunları Resulullah'-tan (s.a.a) kendi kulağınla mı duy-dun?' dediğimizde şu cevabı verdi: 'Ağaçların altında olan herkes tüm bunları, gözleriyle görüp, kulaklarıy-la işitti.'" 4
İbn-i Esir, Zeyd b. Erkam'dan ri-vayet ediyor:
Resul-i Ekrem (s.a.a.):
 Doğrusu ben, aranızda öyle şey bırakıyorum ki, benden sonra eğer ona sarılırsanız asla sapmazsınız. Bunlardan biri diğerinden daha büyüktür; (biri) Allah'ın Kitabı, ki o gökten yere uzanan bir iptir, (diğeri) öz soyum olan Ehl-i Beytim. Bilin ki, bu ikisi Havuz'da bana ulaşıncaya kadar birbirinden ayrılmazlar.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
"Ben aranızda biri diğerinden büyük (iki) öyle şey bırakıyorum ki, eğer onlara sarılırsanız asla dalalete düşmez-siniz:
 Gökyüzünden yere sarkıtılan bir ip olan Allah'ın Kitabı ve benim öz soyum olan Ehl-i Beytim. Bu ikisi, Havuz'da bana kavuşuncaya ka-dar asla birbirin-den ayrılmazlar. Öyleyse o ikisi hakkında, bana nasıl halef olacağınıza dikkat edin."5
Ali b. Ebi Bekr Heysemi, Zeyd b. Sabit'ten rivayet et-miştir:
Resullullah (s.a.a) şöyle buyur-du:
"Ben aranızda iki halife bıra-kıyorum: Allah'ın Kitabı, ki o gökle yer arasında sarkıtılmış bir iptir, ve Ehl-i Beytim. Bu ikisi Havuz'da bana ulaşana kadar asla bibirinden ayrılmazlar."6
Heysemi, aynı manayı başka bir tabirle Ebu Hüreyre, Ali b. Ebi Talib (a.s), Ebu Said Hudri, Zeyd b. Erkam ve Huzeyfe b. Useyd Gıfari'-den de rivayet etmiştir.
Hatib-i Bağdadi Ahmet b. Ali, Huzeyfe b. Useyd'den rivayet etmiş-tir:
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
"Ey insanlar, ben, sizlerden önce bu dünyadan ayrı-lacağım ve sizler Havuz'da huzuru-ma vardığınız za-man, Sekaleyn'e (Allah'ın Kitabı ve Ehl-i Beyt'e) ne yaptığınızı soraca-ğım. Öyleyse ben-den sonra o ikisine nasıl davranacağı-nıza dikkat edin. Sekal-i Ekber (bü-yük emanet ki o), bir tarafı Allah'ın elinde, diğer tarafı sizin elinizde olan Allah'ın Kitabı'dır. Öyleyse ona sımsıkı sarılın, dalalete düşmeyin ve onu değiştirmeyin."7
 Ahmet b. Hanbel, Ebu Said'den rivayet ediyor:
Allah'ın Resulü (s.a.a) şöyle bu-yurdu:
"Doğrusu ben, aranızda öyle şey bırakıyorum ki, benden sonra eğer ona sarılırsanız asla sapmaz-sınız. Bunlardan biri diğerinden daha büyüktür; (biri) Allah'ın Ki-tabı, ki o gökten yere uzanan bir iptir, (diğeri) öz soyum olan Ehl-i Beytim. Bilin ki, bu ikisi Havuz'da bana ulaşıncaya kadar birbirinden ayrılmazlar."8  
 
Sekaleyn hadisi, çeşitli tabir ve senetlerle büyük sahabilerden bazıları vasıtasıyla rivayet edilmiştir. Bu sa-habilerden birkaçı şunlardır: Zeyd b. Erkam, Ebuzer Gıfari, Ebu Said Hudri, Ali b. Ebi Talib (a.s), Zeyd b. Said, Huzeyfe b. Yeman, İbn-i Ab-bas, Selman-i Farisi, Ebu Hüreyre, Cabir b. Abdullah, Huzeyfe b. Useyd Gıfari, Cübeyr b. Mut'im, Hasan b. Ali (a.s), Fatımat-uz Zehra (s.a), Ümmü Hani bint-i Ebi Talib ve Ümmü Seleme.
Ali (a.s) kendi hilafeti döneminde, bir gün bir topluluğun arasında aya-ğa kalkarak, orada bulunanlardan; Gadir-i Hum vakıasına şahid olan-ların ve Sekaleyn Hadisi'ni Allah Resulü'nden duyanların şahitlik etme-lerini istediğinde, aralarında; Huzey-fe b.Sabit, Sehl b. Sa'd, Adiy b. Hatem, Ukbe b. Amr, Ebu Eyyub Ensari, Ebu Said Hudri, Ebu Şureyh Huzai, Ebu Kudame, Ebu Ya'la Ensari ve Ebu Haysem et-Tihan gibi şahsiyetlerin bulunduğu on yedi kişi ayağa kalkıp, bu vakıaya şahid ol-duklarını söylediler."9
Ahmed b. Hacer Heysemi şöyle yazıyor: "Sahabeden yirmiyi aşkın bir grup, Sekaleyn Hadisi'ni rivayet etmiştir."10
Seyyid Haşim Behrani, "Gayet-ul Meram" adlı kitabında; "Sekaleyn Hadisi hakkında, Ehl-i Sünnet kitap-larından otuz dokuz, Şia kitapların-dan da seksen iki hadis nakletmiş-tir."11
Sekaleyn hadisinin geçtiği bazı Ehl-i Sünnet kaynakları:
Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.3, s.17-59 ve c.4, s.366-371 ve c.5, s.181-189.
Ebu-l Feda İsmail b. Kesir, Siret-un Nebeviye'de; c.4, s.416.
Fahr-i Razi, et-Tefsir-ül Kebir, c.8, s.163.
İbn-i Sabbağ, el-Fusul-ül Muhim-me; s.22.
Muvaffak b. Ahmed Hanefi Harezmi, Menakıb, s.93.
Süleyman b. İbrahim Kunduzi, Yenabi-ul Mevedde, s.31-45.
Muhammed b. Ali es-Sabban, Nur-ul Ebsar'ın hamişinde basılan İs'af-ur Rağibin, s.110.
İbn-ül Cevzi, Tezkiret-ül Havas, s.332.
Muhibbuddin Taberi, Zehair-ul Ukba, s.16.
Muhammed b. Yusuf Zerendi Hanefi, Nezm-ü Dürer-is Simtayn, s.231-233.
Ali b. Hüsamüddin Muttaki, Müsned-i Ahmed'in hamişinde basılan Müntehab-u Kenz-il Ummal, c.1, s.69-101; c.2, s.39; c.5, s.95.
Ahmed Şehabüddin Haffaci, Nesim-ur Riyaz, c.3, s.410.
Ve diğerleri.
Bu hadisten şu önemli üç sonuca varabiliriz:
1- Ehl-i Beyt, Kur'an gibi mu'te-ber bir ilmi merci ve uyulması gere-ken şer'i hüccettir; sözlerinin tamamı sahihtir. Kim onlara uyarsa, doğru yoldan sapmaz.
2- Nasıl ki, Kur'an kıyamete ka-dar baki kalacaksa, Ehl-i Beyt de Kur'an'la birlikte kıyamete kadar baki kalacaktır.
3- Kur'an ve Ehl-i Beyt, hiçbir za-man birbirinden ayrılmayacaktır. Bir müslüman, "Kur'an bize yeter" veya "Ehl-i Beyt bize yeter" diyemez. Çünkü bunların ikisi de birbirinden ayrılmaz.
Ahmed b. Hacer Heysemi yazı-yor:
"Resulullah (s.a.a), Kur'an ve Ehl-i Beyt'ini "Sekaleyn" diye adlan-dırmıştır. Çünkü Arabçada "sekal" dikkatle korunması gereken değerli ve güzel şeylere denir. Kur'an ve Ehl-i Beyt de böyledir. Zira her ikisi de ilm-i ledünni (Allah vergisi ilim), yüce hikmet ve sırların ve de şer'i hükümlerin kaynağıdır. Bu nedenle Resulullah (s.a.a) halkı, Kur'an ve Ehl-i Beyti'ne sarılmaya ve onları takib etmeye teşvik ve davet ediyordu."12

Ehl-i Beyt Kimlerdir?
Ehl-i Beyt, kelime manası olarak bir evde aile büyüğünün sorumluluğu altında yaşayan kimselere denir. Öy-leyse Resulullah'ın (s.a.a) evinde ve sorumluluğunda yaşayan herkese onun ehl-i beyti diyebilir miyiz?
Hüküm ile mevzu (yargı ile konu) arasında tenasüb (uyum) olması gerekir ilkesi gereğince, böyle bir ih-timal çok uzaktır. Çünkü hadislerde Ehl-i Beyt, takip edildiğinde dalalet ve hataya düşürmeyen, güvenilir bir ilmi merci olarak tanıtılmıştır. Öy-leyse onlar dinin hükümlerini tam anlamıyla bilen, her türlü hata ve günahtan korunmuş olan kimseler olmalı. Halbuki bu özellikler, Pey-gamber'in (s.a.a) aile fertlerinin tümünde mevcut değildir. Sonuç olarak;    Resulullah'ın Ehl-i Beyt'in-in belirli ve özel kişiler olduğunu söylüyoruz.
Sekaleyn Hadisi'yle ilgili olarak Zeyd b. Erkam'dan; "Ehl-i Beyt kim-lerdir? Acaba Peygaber'in hanımları mı?" diye sorulduğunda şöyle cevap verdi: "Allah'a andolsun, hayır. Boşanıp babasının veya yakınlarının evine gitme ihtimali bulunan kadın, nasıl Ehl-i Beyt olabilir. Ehl-i Beyt; kendilerine sadaka verilmesi haram kılınan Resulullah'ın evlatlarıdır." 13
Yine Ahmed b. Hacer şöyle yazı-yor:
"Takip edilmesi vurgulanmış kim-selerin, Allah'ın Kitabı'nı ve Resullul-lah'ın Sünneti'ni eksiksiz olarak bil-meleri gerekir. Çünkü ancak böyle kimseler Allah'ın Kitabı'ndan hiçbir zaman ayrılmazlar. Bu nedenle de diğer alimlerden üstün sayılırlar. Zira, Allah, onları her türlü pislik ve günahtan arındırmıştır."14
Bunun için bazı kaynaklarda, Sekaleyn hadisinin devamında şu cümle yer almıştır: "Onlardan, ne öne geçin ve ne de arkada kalın, sonra helak olursunuz. Onlara bir-şey öğretmeye kalkışmayın, Onlar daha iyi bilirler." 15
Allah'ın Resulü (s.a.a) de Ehl-i Beytini tanıtmıştır. Bir rivayette, Ümmü Seleme şöyle diyor: "Tathir Ayeti (Ancak Allah, siz Ehl-i Beyt'-ten günah ve pisliği gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor. (Ahzab/33-) benim evimde nazil oldu ve Resulullah; Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyn'i çağırması için birini gön-derdi. Onlar geldiği zaman da, "İşte bunlar benim Ehl-i Beytimdir" dedi."16
Resulullah'ın (s.a.a) Üveyoğlu Ömer b. Ebi Seleme şöyle diyor:
"Tathir Ayeti, Resulullah Ümmü Seleme'nin evindeyken nazil oldu. Allah'ın Resulü; Fatıma, Hasan ve Hüseyn'i yanına çağırdı. Hz. Ali de arkasında olduğu halde üzerlerine bir aba örttü ve şöyle dedi: "Allah'ım, bunlar benim Ehl-i Beytimdir; her türlü pisliği onlardan gider ve on-ları tertemiz kıl." O sırada Ümmü Seleme; "Ya Resulullah, ben de on-larla birlikte miyim?" diye sorduğun-da; "Sen yerinde kal, sen de iyiler-densin" dedi."17
Amr b. Sa'd, babasından rivayet ediyor: "Al-i İmran Suresi'nin 61. ayeti (Sana bilgi geldikten sonra, İsa hakkında kim seninle müna-kaşaya kalkışırsa de ki: "Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadın-larımızı ve kadınlarınızı, kendimizi (bizden olanları) ve kendinizi (sizden olanları) çağıralım. Sonra hepimiz dua edip yalvaralım da, Allah'ın lanetini yalancıların üze-rine isteyelim.) nazil olduğu zaman, Resulullah (s.a.a); Ali, Fatıma, Ha-san ve Hüseyn'i çağırıp; "Allah'ım bunlar benim Ehl-i Beytimdir." dedi."18
Resulullah'ın hanımı Aişe'den ri-vayet edilmiştir:
"Resulullah (s.a.a) bir sabah, sır-tında siyah kıldan dokunmuş işlemeli bir abayla dışarı çıktı. O anda Hasan geldi ve Resulullah onu abanın içine aldı. Daha sonra sırasıyla; Hüseyin, Fatıma, ve Ali geldi. Onları da aba-nın içine alıp Tathir Ayeti'ni (Ahzab/33) okudu." 19
Şimdiye kadarki hadislerden, Ehl-i Beyt'in belirli şahıslar olduğu ve Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin olduğunu açıkça belirt-miş olduğu anlaşıldı. Resulullah (s.a.a) kendisinden sonra, müslüman-lara Ehl-i Beyt'ten olan imamlarını ve ilmi mercilerini tanıtmışlardır. Ay-rıca, Peygamber (s.a.a) bu kimselerin özelliklerini, sayılarını ve hatta isimlerini dahi açıklamıştır.
Mesela, bir rivayette Ali (a.s) hal-ka: "Allah aşkına söyleyin! Resu-lullah'ın (s.a.a) son hutbesini eda etmek için ayağa kalkarak; "Ey halk, ben, Allah'ın Kitabı ve Ehl-i Beytimi aranızda bırakıyorum. Bu ikisine sımsıkı sarılın ki, sapmaya-sınız. Çünkü her şeyden haberdar olan alemlerin Rabbi, bu ikisinin Havuz'da bana kavuşuncaya kadar birbirinden ayrılmayacağını bana haber vermiştir" diye buyurduğunu ve o esnada Ömer b. Hattab'ın yerinden kalkıp: "Ya Resulullah, acaba Ehl-i Beytinizin hepsi de mi aynı özelliğe sahiptir?" dediğinde, Resulullah da: "Hayır. Ama, ilki kardeşim, vezirim, varisim ve mü-'minlerin velisi olan Ali, sonra Hasan ve Hüseyin, daha sonra Hüseyin'in soyundan kıyamete ka-dar birbiri ardınca gelecek olan dokuz vasim dediğim gibidir (Yani, Ehl-i Beytimdir). Onlar; yeryüzün-de Allah'ın şahidleri, kullarına hücceti, ilahi ilmin hazinesi ve hikmetin madenleridirler. Kim onlara itaat ederse, Allah'a itaat etmiş ve kim onlara baş- kaldırırsa Allah'a başkaldırmış sayılır." bu-yurduğunu bilmiyor musunuz?" dediğin de, orada bulunanların hepsi, bu sözleri Resulullah'ın (s.a.a) söyle-diğine şahitlik ediyoruz, dediler.20
İbrahim b. Muhammed Cüveyni, Abdullah b. Ab-bas'tan rivayet ediyor: "Re-sulullah'ın (s.a.a); "Ben, Ali, Hasan, Hüseyin ve Hüseyn'in soyundan do-kuz kişi temiz ve ma-sumuz." dediğini duy-dum."21

Sefine Hadisi:
İbn-i Abbas, Resulul-lah'tan şöyle rivayet ediyor:

"Ehl-i Beyt'imin mi-sali, Nuh'un gemisine benzer. Kim ona bindiyse kurtuldu, kim ondan yüz çevirdiyse boğuldu ve helak oldu."22
İslam Peygamberi, bu hadiste de Ehl-i Beyt'i, müslümanlara ilmi mer-ci olarak tanıtmış, söz ve amellerini muteber ve sahih bilmiştir. Hadisten anlaşıldılğı üzere, müslümanlar, da-lalet ve sapıklıktan kurtulmak için, Ehl-i Beyt'i takip etmekle yükümlü-dürler.

Peygamber (s.a.a) Nübüvvet İlmini Ali İbn-i Ebi Talib'e (a.s) Öğretmiştir
Resulullah (s.a.a): Ehl-i Beyt'imin misali, Nuh'un gemisine benzer. Kim o gemiye bindiyse kurtuldu, kim ondan yüz çevirdiyse boğuldu ve helak oldu.
Müslümanların, Asr-ı Saadet dö-neminin zor ve buhranlı şartlarında, dinin tüm öğretilerini, hükümlerini ve kanunlarını kavrayıp koruyabilecek kapasitede olmadıkları ve buna hazır-lıklı bulunmadıkları aşikar olarak belliydi. Ayrıca, Resulullah (s.a.a) biliyordu ki; İslam'ın yayılması ve bekasında, müslümanların ihtiyaç zamanında başvu-rabilecekleri, dini tümüyle eksiksiz olarak bilen ve her türlü hatadan ma-sum olan bir ilmi merciin olması ve en önemlisi de nü-büvvet ilminin, yu-karıda sayılan ö-zelliklere sahip ve Resulullah'a (s.a.a) vasi olabilecek bi-risine öğretilmesi gerekmektedir. Bu nedenlerle Resulul-lah, Ali ibn-i Ebi Talib'i (a.s) kendi-sine vasi seçerek ilahî ilimleri ve dinin hükümlerini ya-vaş yavaş ona öğretti. Rivayetlere göre, Hz. Resulullah (s.a.a) bu iş için Allah tarafından görevlendirilmişti.
Bir rivayette Ali (a.s) şöyle buyuruyor: "Resulullah (s.a.a) beni kendisine yaklaştırdı ve şöyle bu-yurdu: "Allah bana, seni kendime yaklaştırmamı ve sana söyledik-lerimi duyup ezberlemeni emret-miştir." Ve daha sonra şu ayet nazil oldu: "Gerçeği belleyip-kav-rayabilen kulaklar da, onu belle-yip-kavrasın."23
İbn-i Abbas rivayet etmiştir: Hak-ka Suresi'nin 12. ayeti nazil olduğun-da Resulullah şöyle buyurdu:
"Allah'tan, Ali'nin kulağını, ayette geçen kulaklardan kılmasını istedim."
Ali (a.s) şöyle diyordu: "Allah Resulü'nden duyduğum her şeyi iyice ezberledim ve onları hayatım boyunca unutmadım."24
İbn-i Abbas Resulullah'tan rivayet ediyor: "Mi'rac'a gittiğim zaman, Allah benimle konuştu. Öğrendi-ğim her şeyi Ali'ye öğrettim. O, benim ilmimin kapısıdır."25
Hz. Ali (a.s) bir hutbesinde şöyle buyuruyor:
"Allah'ın salatı ona ve soyuna olsun, Resulullah'a ne kadar yakın olduğumu, onun katında nasıl bir mertebeye ulaştığımı bilirsiniz. Henüz çocuktum; o, beni hima-yesine aldı… Ne bir yalan söylediği-mi duymuştur, ne de bir kötülük ettiğimi görmüştür. O, sütten kesi-ldiğinden itibaren Allah, melekle-rinden pek büyük bir meleği ona eş etmişti; o melek gece-gündüz, ona yücelikler yolunu gösterdi; ona, en güzel huyları öğretti. Ben de her an, anasının ardından giden deve yavrusu gibi, onun ardından giderdim. O, bana her gün, huy-larından birini belleterek ona uy-mamı buyururdu. Her yıl Hira dağına çekilerek kulluğa koyu-lurdu. (O zaman) onu ben görür-düm, başkası göremezdi. O gün İslam, Resulullah'la (Allah'ın sala-tı ona ve soyuna olsun)  Hatice'den başkasının evinde yoktu; ben de onların üçüncüsüydüm. Vahiy ve peygamberlik nurunu görürdüm, peygamberlik kokusunu duyardım. ona vahiy gelirken şeytanın ferya-dını duydum ve "Ya Resulullah bu feryat nedir?" dedim. Buyurdu ki: "Bu feryat eden şeytandır; halkın kendisine kulluk etmesinden ümi-dini kesti artık. Sen, benim duyduğumu duymaktasın, gördü-ğümü görmektesin; ancak sen peygamber değilsin; fakat vezirsin ve hayır üzerindesin, ona ulaş-mışsın."26
Hz. Ali'den, "Sizin niçin diğer sahabilerden daha fazla hadis riva-yetiniz var?" diye sorulduğunda şöyle dedi: "Ben, Resulullah'tan bir şey sorduğumda cevap verir, sustuğum zaman da kendisi konuşmaya baş-lardı."27
Ali (a.s) bir hadiste şöyle buyuru-yor: "Ben, her gün, her gece Resu-lullah'ın huzuruna varır, onunla her konuda konuşurdum. Sırrının mahremiydim. Benden saklı bir  şeyi yoktu. Ashab, Resulullah'ın benden başka kimseye böyle davranmadığını bilirdi. Sık sık evime gelirdi. Beraberliğimiz onun evinden çok benim evimde olurdu. Bazen evine gittiğimde, hanımlarını ayrı bir yere gönderir ve ikimiz kalırdık. Ama o, benim eve geldi-ğinde, benimle yalnız kalmak için, Fatıma ve çocuklarımdan hiç biri-ne, bizi yalnız bırakın, demezdi. O'na soru sorduğum zaman cevap verir, sorum tamamlanıp sustuğum zaman da kendisi anlatmaya baş-lardı. Kendisine inen tüm ayetleri, bana okuyup öğretti ve ben kendi elimle onları yazdım. Ayetlerin tef-sirini, nasih ve mensuhunu, muh-kem ve mütaşabihini, hass ve ammını bana öğretti; bana onları kavrayıp hıfzetme gücü bağışlaması için de, Allah'a dua etti. Benim için, bu duayı ettikten sonra hiçbir Kur'an ayetini ve yazdığım hiçbir ilmi unutmadım. Allah'ın, kendisi-ne öğrettiği helal ve haramları, emir ve nehiyleri, geçmişte vuku bulmuş şeyleri, gelecekte meydana gelecek olayları, kendinden önceki peygamberlere inen kitapları (bü-tün bunların hepsini) o da bana öğretti; ben de onları kavrayıp-belledim, bir tek harfini dahi unut-madım. Daha sonra elini göğsüme koyup Allah'tan, kalbimi ilim ve nurla doldurmasını istedi. "Ey Allah'ın Resulü, anam-babam sana feda olsun, bana ettiğin o duadan sonra hiçbir şeyi hatta yazmadıkla-rımı bile unutmadım; acaba bun-dan sonra da unutacağım diye bir kaygınız var mı?" diye sorduğum-da; "Hayır. Senin için böyle bir kaygım yok." buyurdu."28  
Yine, Ali (a.s) buyuruyor ki: "Allah'a andolsun, nazil olan her ayetin ne hakkında, nerede ve ki-min için indiğini biliyorum. Çünkü, Allah, bana bilen bir kalp ve natık bir dil ihsan etmiştir."29
Bu nedenlerle, Resulullah (s.a.a), Hz. Ali'yle yakından ilgilendi, vahiy yoluyla öğrendiği her şeyi ona öğret-ti, Allah'tan, Hz. Ali'nin öğrendikle-rini unutmamasını istedi ve bu duası kabul oldu. Çünkü, Ali (a.s) öğrendi-ği hiçbir şeyi unutmadı.

Hz. Ali, Resulullah'ın (s.a.a) İlminin Hazinesi

Ali (a.s), kendi zati yetenekleri, Resulullah'ın (s.a.a) inayeti ve ilahi yardımlar sayesinde tüm ilimlerin ha-zinesi olmuştur. Bu gerçeği Resulul-lah (s.a.a) birçok yerde beyan etmiştir. Mesela:
Resulullah (s.a.a), Ali'ye şöyle buyrdu: "İlim sana afiyet olsun ey Ebu-l Hasan, sen ilmi su gibi içtin, susuzluğunu giderdin."30
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: "Ben ilim şehriyim, Ali onun kapı-sıdır. İlim isteyen kapıdan girme-lidir."31
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: "Ey Ali, Ben ilim şehriyim, sen kapısısın. Şehre kapısından başka bir yerden girilebileceğini söyleyen, yalancıdır."32
Peygamber (s.a.a) buyurdu:
 "Ben hikmet eviyim, Ali onun kapısıdır." 33
Selman-i Farisi, Resulullah'tan (s.a.a) şöyle rivayet ediyor: "Benden sonra halkın en bilgilisi Ali ibn-i Ebi Talib'dir."34
Abdullah şöyle rivayet ediyor: "Resululah'ın huzurundaydım. Ali'yi, kendisine sorduğumda şöyle buyur-du: "Hikmet on kısma ayrılmıştır. Dokuz kısmı Ali'ye, bir kısmı da diğerlerine verilmiştir.35
Enes b. Malik rivayet etmiştir: Resulullah, Ali'ye şöyle buyurdu: "Benden sonra ümmetimin ihtilafa düştüğü şeyleri sen açıklayacak-sın."36
Ebu Said Hudri'den rivayet edil-miştir: Resulullah (s.a.a) şöyle bu-yurdu: "Hüküm vermede ümmeti-min en üstünü ve en bilgilisi Ali ibn-i Ebi Talib'dir."37
Selman-i Farisi, Resulullah'tan ri-vayet etmiştir: "Benden sonra Ali ibn-i Ebi Talib, ümmetimin en bil-gilisidir."38

Ali (a.s) Bildiklerini, Diğer İmamlara Ulaşması İçin Yazıyordu

Ali ibn-i Ebi Talib (a.s), hata ve unutkanlıktan masumdu ve hadisleri yazmaya ihtiyacı yoktu ama, başka-larına ulaşması için, duyduklarını bir kitaba yazması konusunda Resulul-lah (s.a.a) tarafından görevlendiril-mişti.
Emir-ül Mü'minin Ali ibn-i Ebi Talib (a.s) rivayet ediyor: "Allah'ın Resulü şöyle buyurdu: "Ey Ali, Sana öğrettiğim şeyleri yaz." "Ya Resulullah, unutmamdan mı kor-kuyorsun?" dedim. Buyurdu: "Ha-yır. Çünkü Allah'tan, seni hafız karar kılmasını istemişim; ama, kendinden sonraki imamlara ulaş-ması için yaz."39
Ali (a.s) da, Resulullah'ın (s.a.a) emrine uyarak bildiklerini yazıyordu. Bu kitaplar diğer imamlara ulaştı ve onlar da bu kitaplardan rivayet etme-ye başladılar. Buna birkaç örnek ve-relim:
Muhammed b. Hakim, İmam Musa b. Cafer'den rivayet ediyor: "Sizden önceki milletler, kıyasla amel ederek helak oldular. Halbuki sizin peygamberiniz, helalinden ha-ramına kadar dinini tamamlayıp aranızdan ayrıldı. İhtiyacınız olan her şeyi hayattayken getirdi. Ge-tirdikleri, bir kitap halinde Ehl-i Beyt'in yanında mevcuttur. O ki-tapta, el ayasının çizilmesinin diyeti dahi açıklanmıştır.40
Azafir Seyrefi şöyle rivayet edi-yor: Hakem b. Uteybe ile birlikte Hz. Bâkır'ın huzurundaydık. Hakem de-vamlı soru soruyor, İmam Bâkır da ihtiramla cevap veriyordu. Bir konu-da ihtilafa düştüler. İmam oğluna şöyle dedi: "Oğlum, kalk o eski bü-yük kitabı bana getir." Kitabı açıp ihtilaf ettikleri konuyu bulduktan sonra, şöyle buyurdu: "Bu yazı Ali'-nin (a.s) yazısı ve Resulullah'ın (s.a.a) öğrettikleridir. Ey Ebu Mu-hammed, Allah'a andolsun, sen, Seleme ve Ebu-l Mikdam nereye giderseniz gidin, kendilerine Ceb-rail'in nazil olduğu kimselerin il-minden daha doğru bir ilim bula-mazsın."41
Zurare, imam Sadık'tan (a.s); tilki ve sincab gibi hayvanların kürkü üze-rinde kılınan namazın sahih olup olmadığını sorduğunda, İmam Sadık, Resulullah'ın imlasıyla yazılmış bir kitap çıkardı. O kitabta şöyle yazılıy-dı: "Eti haram olan her hayvanın kürkü, kılı, derisi ve gübresi üze-rinde namaz kılınmaz."42
Bekr b. Kerb Seyrefi şöyle rivayet eder: Hz. Sadık'tan (s.a) şöyle buyur-duğunu duydum: "Bizde öyle bir şey var ki, yanımızda olduğu sürece, biz halka değil, halk bize muhta-çtır. O şey, içinde bütün helal ve haramların bulunduğu, Resulul-lah'ın imlası ve Ali ibn-i Ebi Ta-lib'in hattıyla yazılan bir kitap-tır."43
Görüldüğü gibi, hadislerden de anlaşıldığı üzere, Ehl-i Beyt'in elinde, Resulullah'ın imlası ve Hz. Ali'nin hattıyla yazılı, halkın her türlü dini, ilmi ihtiyaçlarını kapsayan ve Ehl-i Beyt'in, gerektiği yerlerde fayda-landığı bir kitap veya kitaplar vardı.
Resulullah (s.a.a) ve Hz. Ali bu kitapların hazırlanması için, Allah'ın emri ve önceden hazırlanan progra-ma uygun olarak, büyük emek har-cıyorlardı. Bu işte iki büyük amaç-ları, hedefleri vardı:
1- Dini ilimler zaman aşımına uğ-ramasın ve Resulullah'ın imlası ve Hz. Ali'nin yazısıyla hazırlanmış ki-taplar halinde, müslümanların baş-vurabileceği mu'teber bir kaynak olarak Ehl-i Beyt'in elinde bulunsun.
2- Müslümanlar, dinin en iyi reh-berleri ve nübüvvet ilminin koru-yucuları olan Ehl-i Beyt'e yönelsin-ler. Çünkü onlarda başkalarında bu-lunmayan kaynak kitaplar vardır ve müslümanlar, dini ilimler ve şeriat hükümleri konusunda onlara başvurduklarında kesinlikle güvenilir olan bir ilmi mercie başvurmuş olacaklardır. Böylelikle de Resulul-lah, Ehl-i Beyt'in ilmi merciliğini pe-kiştirmiş oluyordu.

Babaları Yoluyla Hadis Nakletmek
Ali (a.s) ve onun neslinden olan on bir masum imam, hadislerini doğ-rudan veya dolaylı olarak Resulul-lah'tan (s.a.a) naklederler. Yani, Resulullah'ın Hz. Ali'ye öğrettiği ha-disleri; Ali (a.s) de İmam Hasan'a, o da İmam Hüseyn'e aktarıyordu ve böylece hadisler birer birer imam-ların hepsine ulaşmış oluyordu. Ayrı-ca, hadislerin birçoğu sözlü olarak da imamlara ulaşmıştır. Bu şekilde her imam hadislerini, babaları yoluyla Resulullah'tan (s.a.a) rivayet ediyor-lardı. Bu konuda imamlardan gelen rivayetler vardır. Mesela:
Cabir, İmam Bâkır'ın (a.s) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: "Ey Cabir, eğer biz, kendimizden hadis söylemiş olsaydık, helak olanlardan olurduk. Halk altın ve gümüşü nasıl biriktiriyorsa, biz de (öylece) Resulullah'tan (s.a.a) elde ettiğimiz hadisleri, sizlere naklediyoruz."44
Davud b. Ebi Ahval şöyle der: İmam Sadık'ın (a.s) şöyle buyur-duğunu duydum: "Eğer biz, kendi-mizden halka fetva verseydik, helak olanlardan olurduk. Verdiğimiz fet-valar, babalarımız yoluyla Resulul-lah'tan (s.a.a) bize ulaşan hadis-lerdir. Halkın altın ve gümüş biriktirdiği gibi, biz de Resulullah'ın hadislerini topla-dık."45
  Hişam b. Salim, Himad b. Osman ve diğerleri şöle der: İmam Sadık'ın (a.s) şöyle dediğini duydum: "Benim hadisim babamın, babamın hadisi ceddimin, ceddimin hadisi Hüseyn'in, Hüseyn'in hadisi Hasan'ın, Hasan'ın hadisi Emir-ül Mü'minin Ali'nin, onun hadisi Resulullah'ın ve Resulullah'ın ha-disi de, Allah'ın sözüdür."46
Cabir der ki: Hz. Bâkır'a (a.s); "Bana hadis söylediğin zaman sene-dini zikret." dediğimde şöyle buyur-du: "Babam, ceddim Resulullah'-tan, Resulullah Cebrail'den, o da Allah-u Teala'dan rivayet eder. Sana söylediğim her hadis bu yolladır. Ey Cabir, doğru bir kim-seden öğreneceğin bir hadis, sana dünya ve dünyadaki her şeyden daha iyidir."47

Netice
Bütün anlatılanlardan şu sonuçla-ra varıyoruz:
1- Resulullah (s.a.a), risaleti müd-detince, öngörülmüş dakik ve özverili bir programla, dinin bütün kanun-larını, hükümlerini ve öğretilerini ya-vaş yavaş Ali'ye (a.s) öğretip, bu ko-nuda büyük çaba harcayarak müslü-manların bütün ihtiyaçlarını gidermiş ve güvenilir ellere teslim etmiş oldu.
2- Ali (a.s), kendi zati istidat ve liyakati, Resulullah'ın duası, kendi çaba ve ciddiyetiyle tüm dini ilim ve öğretileri, Resulullah'tan öğrenip ez-berledi ve asla unutmadı. Böylece nübüvvet ilminin hazinesi oldu.
3- Hz. Ali, nübüvvet ilmini iki yolla koruyordu:
a) Ezberleyerek akılda tutuyordu.
b) Resulullah'ın emriyle, öğren-diklerini, kendinden sonraki imamla-ra ulaşması için, kitap veya kitaplara yazıyordu.
4- Ali (a.s) de, ilmini aynı iki yol-la kendinden sonraki imamlara bırak-tı. Yani Peygamber'in hadislerini söz-lü olarak İmam Hasan'a öğretti ve ki-tapları da ona bıraktı. İmam Hasan'a da aynı yolu izlemesini emretti.
5- Allah'ın Resulü (s.a.a) böyle-likle İslam'ın gerçek ilim ve öğreti-lerini zaman aşımına uğramaktan ko-ruyup, onu güvenilir ellere teslim etmiş oldu.
6- Ortam hazırlandıktan sonra, "Sekaleyn",  "Sefine" ve "Ali Kur'-an'la, Kur'an da Ali'yle birliktedir." hadislerini, meveddet ayet ve ha-disini, ayrıca Tathir ayetini iblağ et-mekle Ehl-i Beyt'i muteber bir ilmi merci olarak müslümanlara tanıtmış ve yeri geldiği zaman çeşitli tabirlerle ilmi onlardan almayı tavsiye etmiştir.
Eğer müslümanlar, Resullullah'ın vefatından sonra, Ali'nin ve Ehl-i Beyt'in ilmi merciliğini kabul etmiş ve en azından ilim elde etmek için bu aileye başvurmuş olsalardı, İslam'ın hayat veren gerçek öğretilerini elde edecek, mezhep farklılığı ve ihtilafına düşmeyeceklerdi. Bütün bunlar ger-çekleşseydi, dünya şimdikinden daha farklı olurdu. Ama maalesef öyle olmadı ve müslümanlar, Ehl-i Beyt'in ilmi merciliğinden de yavaş yavaş kopup, dinin hüküm ve öğrenimlerini öğrenmek için bu zengin ve güvenilir kaynaktan yeterince yararlanmadılar. İlmi ihtiyaçlarını temin etmek için sağa sola dağılarak, din hainleri ve hadis uyduranların tuzağına düştüler. Bu da İslam'a vurulan en büyük darbe olmuştur. Elbette ki bu komp-lolar yavaş yavaş gerçekleşti.
Resulullah'ın (s.a.a) ahiret yurdu-na irtihalinden sonraki o ilk dönem-lerde müslümanlar,  ihtiyaçlarını gi-dermede az çok Ali'ye (a.s) başvuru-yor, fetva ve hüküm vermede onun ilminden faydalanıyorlardı. Özellikle de Ömer ibn-i Hattab, zor meseleleri çözmesi için defalarca Hz. Ali'ye başvurmuş ve görüşlerinden yarar-lanmıştır. Buna birkaç örnek verelim:
İbn-i Abbas şöyle diyor: "Doğru sözlü biri, Hz. Ali'den (a.s) fetva ola-rak bir hadis naklettiğinde ona uyar-dık."48
Ebu Hüreyre, Ömer ibn-i Hat-tab'ın şöyle dediğini naklediyor: "Ali, hüküm vermede hepimizden üstün-dür." 49
Said b. Müseyyib şöyle diyor: "Ömer devamlı, Ali'nin olmadığı yer-de zor bir meseleyle kaşılaşmaktan Allah'a sığınırdı."50
Uzeynet-ül Abdi şöyle diyor: Ömer'in yanına gidip şöyle sordum: "Umre'ye nereden başlayayım?" Şöy-le dedi: "Ali'nin yanına git ve ondan sor."51
Resulullah'ın hanımı Aişe'den, ayakkabıya meshetmenin hükmü sorulduğunda; "Gidip Ali'den sorun." dedi.52
Ebu Said Hudri şöyle naklediyor: Ömer'in, Ali'den bir soru sorup ceva-bını aldığında şöyle dediğini duydum; "Ey Ebu-l Hasan, benim sağ kalıp, senin olmayacağın günden Allah'a sığınırım."53
Hulefa-i Raşidin döneminde Hz. Ali'nin (a.s) ilmi makam ve merciliğine daha fazla önem göste-riliyor ve Ebu Bekr, Ömer, İbn-i Abbas, Ebu Said Hudri, Selman-i Farisi ve Ebuzer Gıfari gibi sahabe-nin ileri gelenleri fıkıh ve yargı konularında genellikle Hz. Ali'nin gö-rüşlerinden yararlanırlardı. Onun ilmi makamını tanır ve ona başvur-maktan çekinmezlerdi. İslami hila-fetin henüz saltanat ve padişahlığa dönüşmediği o zamanlarda bu kaçı-nılmaz bir şeydi. Çünkü o dönemde, Ali'de (a.s) bulunan fazilet ve üstünlükleri bilen, onun takip edil-mesi ve ilminden yararlanılması için Resulullah'ın tavsiyelerini duyan bir-çok sahabe bulunuyordu. Yani o dö-nemde Hz. Ali'nin zatında bulunan fazilet ve kemalleri ve ilmi makamını inkar ederek, Resulullah'ın bütün tavsiyelerini görmezlikten gelip, onu bir anda siyasi, ictimai ve ilmi mer-cilik sahnesinden uzaklaştırıp münze-vi kılabilecek bir ortam hazır değildi. İşte bunun için, siyaset sahnesinden uzaklaştırılmasına rağmen ilmi mer-ciliği henüz söz konusuydu.
Müslümanların, Ehl-i Beyt'in ilmi merciliğinden uzaklaşması faciası, hilafetin saltanata dönüşüp ve taht-larını korumaktan başka amaçları ol-mayan kişilerin iş başına gelmesiyle zirveye ulaştı. Bu kimseler için İslam kanunlarına riayet etmek, İslami ilimler kaynağına başvurmak ve on-ları tanımak asla söz konusu değildi. İşte bu dönemden itibaren, Ehl-i Beyt yavaş yavaş münzevi edildi ve onla-rın ilmi merciliği unutuldu. Bu akı-mın temeli, büyük bir ihtimalle Şam'da atılıp daha sonra diğer bölge-lere sıçramıştır.
Şimdi akla şöyle bir soru geliyor: Ehl-i Beyt'e ilmi merci olarak artık başvurulmayışın sebebi neydi acaba? İmamet ve hilafetlerinin inkar edil-mesi ilmi merciliklerinin de mi unu-tulmasını gerektiriyordu? Resulul-lah'ın  (s.a.a), Ehl-i Beyt hakkındaki onca tavsiyesine rağmen müslüman-lar, neden onların  ilmi merciliğinden uzaklaştılar?
Bu sorunun tahlil ve tahkiki ve ona verilecek doğru cevap, geniş bir tarihi araştırmayı gerektirmektedir. Şimdilik şu kadarını söylemekle yeti-niyoruz ki, Benî Ümeyye ve Benî Abbas hükumetlerinin siyaseti, Ehl-i Beyt'i unutturdu ve müslümanların, bu nübüvvet ilminin zengin kayna-ğından mahrum kalmasına sebep oldu. Bunlar, Ehl-i Beyt'in bir ilmi merci olarak dahi söz konusu edil-mesini hükumetleri için tehlikeli görüyorlardı. Bunun sebebiyse açıktı; Ehl-i Beyt, İslam'ın gerçek hüküm-lerinin ve Resulullah'ın siretinin ter-cümanları ve yayıcısıydılar. Bu gibi ilimlerin halkın arasında yayılmasıy-sa, hakim güç için büyük sorun olabilirdi. Çünkü onlar, İslam kanun-larına göre değil, kendi istek ve arzularına göre hükmetmek isti-yorlardı.
Ayrıca, Ehl-i Beyt'in ilmi merci-liğinin söz konusu olması, halkın onlara olan muhabbetlerinin artma-sına sebep olacaktı. Bu da hüküm-darların istemediği bir şeydi. Çünkü onları kendilerine rakip olarak kabul ediyor ve onların halk tarafından tanınmasını hükumetleri için tehlikeli görüyorlardı.
İşte bu nedenlerden dolayı, Ehl-i Beyt'i siyaset sahnesinden uzaklaş-tırdıkları gibi ilmi mercilikden ve dini-içtimai bir mevkiye sahip olmak-tan da uzaklaştırmaya çalışıyorlardı. Yani, Ehl-i Beyt'in ilmi merciliği, imamet ve rehberliklerinin kurbanı oldu.
Benî Ümeyye ve Benî Abbas hali-feleri bu tehlikeli emellerini gerçek-leştirmek için, ellerinden geleni yap-maktan geri kalmadılar. Ehl-i Beyt'i ve taraftarlarını, hapis, işkence, sür-gün ve iftiralara tabi tuttular. Hadis uydurarak, onlara gidip gelmeyi ve hadislerini dinleyip nakletmeyi ya-sakladılar. Bu baskı, İmam Hasan, İmam Hüseyin ve İmam Seccad za-manında şiddetli olarak uygulanı-yordu. İşte bu zamanlarda, müslü-manlarla Ehl-i Beyt arasına engeller girdi ve sonraları da böylece devam etti. Bu baskı, İmam Bakır'ın zama-nından sonra biraz azalmış ve Ehl-i Beyt'i sevenler, nübüvvet ilminin varislerinden az çok istifade ediyor-lardıysa da bu yeterli olmuyordu. Çünkü düşmanlar yapacaklarını yap-mış ve müslümanları bir kere Ehl-i Beyt'ten koparmışlardı. Bu nedenle Ehl-i Beyt'in ilmi merciliği söz konu-su olmuyor ve onlardan istifade etmenin gerekliliği hissedilmiyordu. Üstelik bu zamana kadar Ehl-i Beyt'in ilmi merciliğini, zati ke-mallerini ve faziletlerini bilen ve Resulullah'ın (s.a.a) onlar hakkındaki tavsiyelerini duyup-işiten muhlis sa-habiler de vefat etmişlerdi. Bu sebep-lerden sözkonusu hükümdarlar bütün planlarını kolaylıkla gercekleştirebili-yorlardı.
Elbette, müslümanlar arasında, bütün baskı ve kısıtlamalara rağmen, Ehl-i Beyt'e uyan ve ilimlerinden isti-

Dipnotlar:

1- Necm/3-5.
2- Sahih-i Müslim, c.4, s.1873.
3- El-Müstedrek Ala-s Sahiheyn, c.3, s.109.
4- Ensab-ül Eşraf, c.2, s.110.
5- Üsd-ül Gabe c.2. s.12.
6- Mecma-uz Zevaid, c.9, s.162.
7- Tarih-i Bağdadi, c.8, s.442.
8- Müstened-i İmam Ahmed b. Hanbel, c.3, s.59.
9- Yenabi-ul Mevedde, s.41.
10- Es-Sevaik-ül Muhrika, s.150.
11- Gayet-ul Meram, s.211-84.
12- es-Savaik-ul Muhrika, s.151.
13- Sahih-i Müslim, c.4, s.1874.
14- Es-Savaik-ul Muhrika, s.151.
15- Es-Savaik-ul Muhrika.
16- El-Müstedrek, c.3, s.146.
17- Üsd-ül Gabe, c.2, s.12.
18- El-Müstedrek, c.3, s. 150.
19- Sahih-i Müslim, c.4, s.1883.
20- Cami-u Ehadis-iş Şia, c.1, s.49.
21- Feraid-üs Simtayn, c.2, s.133.
22- Mecma-uz Zevaid, c.9, s.168; Yenabi-ul Mevedde, s.31; el-Müstedrek, c.3, s.151; Feraid-us Simtayn, c.2, s.242.
23- Hakka/12.
24- El-Menakıb Li-l Harezmi, s.199.
25- Yenabi-ul Mevedde, s.79.
26- Nehc-ül Belağa, Kasıa hutbesi.
fade eden kimseler de vardı. Bunlar, İmamiye Şiası'ndan olan kimselerdi ki, baskı ve vahşete rağmen, güçleri yettiğince Ehl-i Beyt'in ilminden isti- fade ediyorlardı. Ehl-i Sünnet kitap-larında da Ehl-i Beyt'ten hadisler görülse de çok azdır.
Son söz olarak şunu diyebiliriz ki, eğer Ehl-i Beyt'in ilmi merciliğine ge-reken ilgi ve saygı gösterilmiş olsaydı, bugün İslam alemi ve hatta bütün dünya bu halde olmazdı.

27- Tabakat-u İbn-i Sa'd, c.2, s.338;
 Ensab-ül Eşraf, c.2, s.98.
28- Kafi, c.1, s.338.
 29- Tabakat, c.2, s.338.
30- Zehair-ul Ukba, s.78. El-Menakıb Li-l Harezmi, s.41.
31- Yenabi-ul Mevedde, s.82; el-Menakıb Lil- Harezmi: s.40; Müstedrek-i Hakim: c.3, s.127; Usd-ül Gabe, c.4, s.22.
32- Yenabi-ul Mevedde: s.82.
33- Yenabi-ul Mevedde: s.81.)Yenabi-ul Mevedde: s.81.
34-  Feraid-üs Simtayn, c.1, s.97.
35- Feraid-üs Simtayn, c.2, s.94.
36-  Müstedrek, c.3, s.122.
37- El-Menakıb Li-l Harezmi, s.39.
38- El-Menakıb Li-l Harezmi, s.40.
39- Yenabi-ul Mevedde, s.22.
40- "Besair-üd Deracat, s.147.
41- Cami-u Ehadis-iş Şia, c.1, s.8.
42- Cami-u Ehadis-iş Şia, c.1, s.9.
43- Cami-u Ehadis-iş Şia, c.1, s.9.
44- Cami-u Ehadis-iş Şia, c.1, s.14.
45- Cami-u Ehadis-iş Şia; c.1, s.14.
46- Cami-u Ehadis-iş  Şia, c.1, s.12.
47- Cami-u Ehadis-iş Şia, c.1, s.13.
48- Tabakat, c.2, s.338.
49- Tabakat, c.2, s.339.
50- Tabakat, c.2, s.339.
51- Zehair-ul Ukba, s.79.
52- Zehair-ul Ukba, s.79.
53- Zehair-ul Ukba, s.82.