Risalet Kevseri Hz. Zehra (a.s)
Fatımatü"z-Zehra (a.s), en büyük Peygamber"in (s.a.a) kızı ve ilk imamın, eşsiz kahramanın eşidir. İmamet tarihinin en kanlı zulümlerine maruz kalan iki imamın annesidir. Fatıma (a.s), son risaletin parlayan aydınlık yüzüdür. Dünya kadınlarının efendisidir. Tertemiz sülâlenin emanet edildiği temiz barınak, Hz. Resul"ün (s.a.a) soyunun yeşerdiği mümbit mekândır. (Allah"ın selâmı hepsinin üzerine olsun.)
Onun hayat hikâyesi, risalet tarihiyle paralellik arz etmektedir. Çünkü hicretten sekiz yol önce dünyaya geldi ve Hz. Resulullah"ın (s.a.a) vefatından birkaç ay sonra da vefat etti.
Hz. Peygamber (s.a.a) Kur"ân"da izlenen çizgiye uyarak tertemiz Zehra"nın büyük makamına işaret etmiş, onun risalet sürecinde öncü konumuna ulaştığını vurgulamıştır. Kur"ân-ı Kerim genelde vahiy Ehl-i Beyti"nin (a.s), özelde Fatımatü"z-Zehra"nın (a.s) faziletlerine ve üstünlüklerine sık sık dikkat çekmiştir.
Kevser; bol hayır demektir. Dolayısıyla bu kavram, yüce Allah"ın peygamberi Hz. Muhammed"e (s.a.a) bahşettiği bütün nimetleri kapsamaktadır. Fakat Kevser Suresi"nin son ayetiyle birlikte surenin iniş sebebine ilişkin açıklamalar içeren rivayetleri ele aldığımız zaman, bu bol hayrın, neslin çokluğu ve devamıyla ilgili olduğunu açık bir şekilde görürüz. Bütün dünya, Hz. Peygamber"in (s.a.a) neslinin kızı Fatımatü"z-Zehra aracılığıyla devam ettiğini biliyor. Resulullah"ın (s.a.a) birçok hadisinde de buna açıkça işaret edilmiştir.
Müfessirler bu bağlamda şöyle bir olayı rivayet ederler: "As b. Vail, Kureyş kabilesinin ileri gelenlerine şunları söylüyordu: Muhammed"in soyu kesiktir; kendisinden sonra yerine geçecek oğlu yoktur; o öldüğü zaman kimse ondan söz etmeyecek ve siz de ondan kurtulmuş olacaksınız."[1] İbn Abbas"ın ve müfessirlerin genelinin görüşü budur.[2]
Fahreddin er-Razî, müfessirlerin "Kevser" kelimesinin anlamı hakkında ihtilâf ettiklerini söylemesine rağmen, şunu da ifade etmektedir:
"Üçüncü görüş: Kevser; evlâtların çok olması demektir… Çünkü bu sure, Peygamberimizin (s.a.a) erkek çocuklarının olmamasını bir kusur olarak görenlere cevap mahiyetinde nazil olmuştur. Dolayısıyla kastedilen anlam şudur:
Sonra şunları söyler: "Şöyle bir bakın! Ehl-i Beyt"ten nicesi öldürüldü?! Bununla beraber dünya Hz. Resul"ün (s.a.a) soyuyla doludur. Peki Ümeyyeoğulları"ndan geriye fark edilen kimse kaldı mı?! Bakın bakalım! Oysa Ehl-i Beyt arasında Bâkır, Sadık, Kâzım, Rıza ve Nefs-i Zekiye gibi nice büyük âlimler var!"[3]
Mübahele (Lânetleşme) Ayeti,[4] Hasan ve Hüseyin'in Hz. Peygamber'in (s.a.a) oğulları olduklarını göstermektedir. Öte yandan Peygamberimizden (s.a.a) aktarılan çok sayıdaki rivayette, yüce Allah'ın bütün peygamberlerin zürriyetlerini, onların kendi sulbünden var ettiği, son Peygamber'in (s.a.a) zürriyetini ise Ali b. Ebu Talib'in (a.s) sulbünden var ettiği vurgulanmaktadır.[5] Sahih hadis kaynaklarında Peygamberimizin (s.a.a) Hasan b. Ali (a.s) hakkında şöyle dediği rivayet edilmektedir: "Şu benim oğlum seyyittir. Belki de Allah onun aracılığıyla iki büyük grubu barıştıracaktır."[6]
İnsân Suresi'nde Hz. Zehra (a.s)
Hasan ve Hüseyin hastalanmışlardı. Hz. Resulullah (s.a.a) birtakım insanlarla beraber onlara hasta ziyaretinde bulundu. Dediler ki: "Ey Ebu'l-Hasan! İki oğlunun iyileşmesi için bir adak adasan olmaz mı?" Bunun üzerine Ali, Fatıma ve Fizze (cariyeleri), Hasan ve Hüseyin iyileşecek olurlarsa üç gün oruç tutacaklarını adadılar. Derken Hasan ve Hüseyin iyileştiler. Ancak evde yiyecek bir şeyleri yoktu. Ali (a.s) Hayber Yahudilerinden Şem'un'dan üç sa' arpa borç aldı. Fatıma (a.s) bir sa'ını öğüttü. Sonra bundan aile fertlerinin sayısı kadar beş ekmek yaptı. İftarlarını açmak üzere ekmekleri önlerine koydular. Tam o sırada bir dilenci kapıya geldi ve şöyle dedi: "Ey Muhammed'in Ehl-i Beyti! Selâm üzerinize olsun. Ben bir Müslüman yoksulum. Bana bir şeyler yedirin ki, Allah da size cennet sofralarından yedirsin." Bunun üzerine yiyeceklerini ona verdiler ve içtikleri sudan başka hiçbir şey yemeden sabahladılar ve ertesi günü de oruçlu geçirdiler. Akşam olup yemeği önlerine koydukları zaman, kapılarına bir yetim geldi. Bu sefer yiyeceklerini ona verdiler. Üçüncü günde de kapılarına bir esir geldi. Ona da diğerlerine yaptıkları gibi muamele gösterdiler. Sabah olunca, Ali (a.s) Hasan ve Hüseyin'in elinden tutarak Resulullah'ın (s.a.a) yanına götürdü. Resulullah (s.a.a) onların açlıktan kuş yavrusu gibi titrediklerini görünce, şöyle dedi: "Sizin bu hâlinizin beni ne kadar da etkiledi, rahatsız etti!" Hemen kalktı ve onlarla birlikte Fatıma'nın yanına gitti. Fatıma mihrabında karnı sırtına yapışmış hâldeydi. Gözleri kaymıştı. Bu durum Hz. Peygamber'i (s.a.a) çok etkiledi. Bu sırada Cebrail geldi ve şöyle dedi: "Al bu sureyi, ey Muhammed! Rabbin Ehl-i Beyt'inden dolayı seni kutluyor." Ardından sureyi okudu.[7]
Şu hâlde Fatıma (a.s), yüce Allah'ın, kâfur kokulu kaselerden içen iyilerden olduğuna, verdikleri sözü tutan, kötülüğü kapsayıcı olan bir günden korkan, isteği olmasına rağmen yiyeceğini başkalarına veren, kendi ihtiyaçları olmasına rağmen başkalarını kendilerine tercih eden… sırf Allah rızası için yoksulları yediren, onlardan bir karşılık veya teşekkür beklemeyen… Allah için her türlü zorluğa sabreden… Allah'ın, kendilerini bu haşin ve şiddetli günün şerrinden koruduğu… kendilerini sevinç ve neşeyle karşıladığı, sabretmelerinden dolayı kendilerine cennet ve ipekler bahşettiği… kimselerden olduğuna tanıklık ettiği biridir.[8]
[1]- Bu olay, Peygamberimizin (s.a.a) Hatice"den olma oğlu Abdullah öldükten sonra gerçekleşmişti. Abdullah"tan sonra Peygamberimizin (s.a.a) erkek çocuğu kalmamıştı.
[2]- et-Tefsiru"l-Kebir, 32/132
[3]- et-Tefsiru"l-Kebir, 32/124
[4]- Âl-i İmrân, 61
[5]- Tarih-u Bağdad, 1/316; er-Riyadu'n-Nadire, 2/168; Kenzü'l-Ummal, c.11, hadis no: 32892
[6]- Sahih-i Buharî, Kitabu's-Sulh; Sahih-i Tirmizî, c.5, hadis no: 3773, Dar-u İhyai't-Türas basımı; Müsned-i Ahmed, 5/44; Tarih-u Bağdad, 3/215; Kenzü'l-Ummal, c.12 ve 13, hadis no: 34304, 34301, 37654
[7]- Dehr veya İnsân ya da Hel Etâ Suresi.
[8]- bk. el-Keşşaf, Zemahşerî; Sa'lebî'nin tefsiri; Usdu'l-Gabe, 5/530; et-Tefsiru'l-Kebir, Fahreddin er-Razî.