Her şeyin bir çehresi-siması vardır, dininizin çehresi-siması ise namazdır.Kafi, c. 3, s. 270 Hz. Muhammed (s.a.a)

Simat Duası

Simat Duası

Ebuzer Helvacı
Muhsin Farahmand
Musevi Kahhar

 

Şebbur Duası diye de meşhur olan Simat duasının Cuma gününün son saatlerinde okunması müstehaptır. Geçmiş alimlerin çoğu meşhur dualardan olan Simat duasını okumaya özen gösterirlerdi. Bu dua Şeyh Tusî’nin “Misbah” adlı eserinde, Seyyid İbn Tavus’un “Cema-lu’l-Usbu” adlı eserinde ve Kef’amî’nin kitaplarında muteber senetlerle Hz. Mehdi’nin (a.f) dört sefirinden biri olan Muhammed b. Osman-i Amri’den (r.a), yine İmam Muhammed Bâkır (a.s) ve İmam Cafer-i Sadık’tan (a.s) rivayet edilmiş ve Alame Meclisi onu şerhiyle birlikte “Biharu’l-Envar” adlı kitabında zikretmiştir. Şeyh’in “Misbah” adlı kitabında bu dua şöyle rivayet edilmiştir:

 

اَللّـهُمَّ اِنّي اَسْأَلُكَ بِاسْمِكَ الْعَظيمِ الأَعْظَمِ الأَعَزِّ الاَْجَلِّ الأَكْرَمِ الَّذي اِذا دُعيتَ بِهِ عَلى مَغالِقِ اَبْوابِ السَّماءِ لِلْفَتْحِ بِالرَّحْمَةِ انْفَتَحَتْ، وَاِذا دُعيتَ بِهِ عَلى مَضآئِقِ اَبْوابِ الأَرْضِ لِلْفَرَجِ انْفَرَجَتْ، وَاِذا دُعيتَ بِهِ عَلَى العُسْرِ لِلْيُسْرِ تَيَسَّرَتْ، وَاِذا دُعيتَ بِهِ عَلَى الأَمْواتِ لِلنُّشُورِ انْتَشَرَتْ، وَاِذا دُعيتَ بِهِ عَلى

“Allah’ım! Yüce, en yüce, en aziz, en ulu ve saygın ismin hürmeti-ne senden diliyorum; o ismin hürmetine ki gökyüzünün kapalı kapılarına rahmet üzere açılmaları için okunduğunda açılıverir; yeryüzünü sıkıntıla-rının kapısına rahatlık ve kurtuluşa erişilmesi için okunduğunda rahatlık ve kurtuluşa erişilir; zorlukların kolaylığa dönüşmesi için okunduğunda kolaylığa dönüşür; dirilmeleri için ölülere okunduğunda diriliverirler;  mu-sibet ve kederlerin giderilmesi için okunduğunda musibet ve

كَشْفِ الْبَأسآءِ وَالضَّرّاءِ انْكَشَفَتْ، وَبِجَلالِ وَجْهِكَ الْكَريمِ اَكْرَمِ الْوُجُوهِ وَاَعَزِّ الْوُجُوهِ الَّذي عَنَتْ لَهُ الْوُجُوهُ وَخَضَعَتْ لَهُ الرِّقابُ وَخَشَعَتْ لَهُ الأَصْواتُ وَوَجِلَتْ لَهُ الْقُلُوبُ مِنْ مَخافَتِكَ، وَبِقُوَّتِكَ الَّتي بِها تُمْسِكُ السَّماءَ اَنْ تَقَعَ عَلَى الأَرْضِ إلاّ بِاِذْنِكَ، وَتُمْسِكُ السَّماواتِ وَالأَرْضَ اَنْ تَزُولا، وَبِمَشِيَّتِكَ الَّتي دانَ (كانَ) لَهَا الْعالَمُونَ، وَبِكَلِمَتِكَ الَّتي خَلَقْتَ بِهَا السَّماواتِ وَالأَرْضَ، وَبِحِكْمَتِكَ الَّتي صَنَعْتَ بِهَا الْعَجائِبَ وَخَلَقْتَ بِهَا الظُّلْمَةَ وَجَعَلْتَها لَيْلاً وَجَعَلْتَ اللَّيْلَ سَكَناً (مَسْكَناً) وَخَلَقْتَ بِهَا النُّورَ وَجَعَلْتَهُ نَهاراً وَجَعَلْتَ النَّهارَ نُشُوراً مُبْصِراً، وَخَلَقْتَ بِهَا الشَّمْسَ وَجَعَلْتَ الشَّمْسَ ضِياءً، وَخَلَقْتَ بِهَا الْقَمَرَ وَجَعَلْتَ الْقَمَرَ نُوراً، وَخَلَقْتَ بِهَا الْكَواكِبَ وَجَعَلْتَها نُجُوماً وَبُرُوجاً وَمَصابيحَ وَزينَةً وَرُجُوماً، وَجَعَلْتَ لَها مَشارِقَ وَمَغارِبَ وَجَعَلْتَ لَها مَطالِعَ وَمَجارِىَ، وَجَعَلْتَ لَها فَلَكاً وَمَسابِـحَ وَقَدَّرْتَها فِي السَّماءِ مَنازِلَ فَاَحْسَنْتَ تَقْديرَها، وَصَوَّرْتَها فَاَحْسَنْتَ تَصْويرَها وَاَحْصَيْتَها بِاَسْمآئِكَ اِحْصآءً وَدَبَّرْتَها بِحِكْمَتِكَ تَدْبيراً فأحْسَنْتَ تَدْبيرَها وَسَخَّرْتَها 

kederler giderilir; en saygın ve en aziz ulu zatının yüceliği hürmetine, O ki yüzler onun karşısında zelil olur, boyunlar huzu eder, -heybetinden- sesler huşu eder (kesiliverir), kalpler ona muhalefet etmekten korkar; iznin olmaksızın gökyüzünü yere düşmekten, gökleri ve yeri yok olmaktan koruyan güç ve kuvvetin hürmetine, alemdekilerin karşısında alçaldıkları maşiyyetin hür-metine, kendisiyle gökleri ve yeri yarattığın kelimen hürmetine, alemin hayret verici şeylerini meydana getirdiğin hikmetin hürmetine ki onunla karanlığı yarattın ve onu gece kıldın, geceyi ise sükunet  kıldın ve yine nur ve aydınlığı yarattın ve onu gündüz kıldın, gündüzü ise iş ve çalış-mak için varlıklara görme sebebi kıldın, güneşi yaratıp onu aydınlık kıl-dın, ayı yaratıp onu nur kıldın, yıldızları yaratıp onları belirginlik, burç, lamba, ziynet ve (kuruntuları) taşlama vesilesi kıldın, onun için doğular ve batılar kıldın, güneş için doğuş yerleri ve mecralar kıldın ve onun için medarlar ve yüzme yerleri belirttin. Gökyüzünde onlar için menziller tak-dir ettin; sonra takdirini güzelleştirdin. Onları çeşitli şekillere soktun ve şekillerini güzelleştirdin! Onları kendi isimlerinle güzel bir şekilde saydın; hikmetinle tedbir ettin ve tedbirini güzelleştirdin!

بِسُلْطانِ اللَّيْلِ وَسُلْطانِ النَّهارِ وَالسّاعاتِ وَعَدَدَ السِّنينَ وَالْحِسابِ، وَجَعَلْتَ رُؤْيَتَها لِجَميعِ النّاسِ مَرْئً واحِداً وَاَسْأَلُكَ اللّهُمَّ بِمَجْدِكَ الَّذي كَلَّمْتَ بِهِ عَبْدَكَ وَرَسُولَكَ مُوسَى بْنَ عِمْرانَ عَلَيْهِ السَّلامُ فِي الْمُقَدَّسينَ فَوْقَ اِحْساسِ الْكَرُّوبينَ (الْكَرُّوبِيّينَ) فَوْقَ غَمآئِمِ النُّورِ فَوْقَ تابُوتِ الشَّهادَةِ في عَمُودِ النّارِ وَفي (وَاِلى) طُورِ سَيْناءَ وَفي جَبَلِ حُوريثَ فِي الْوادِ الْمُقَدَّسِ فِي الْبُقْعَةِ الْمُبارَكَةِ مِنْ جانِبِ الطُّورِ الاَْيْمَنِ مِنَ الشَّجَرَةِ وَفي اَرْضِ مِصْرَ بِتِسْعِ ايات بَيِّنات، وَيَوْمَ فَرَقْتَ لِبَنى اِسْرآئيلَ الْبَحْرَ وَفِى الْمُنْبَجِساتِ الَّتى صَنَعْتَ بِهَا الْعَجآئِبَ في بَحْرِ سُوف، وَعَقَدْتَ ماءَ الْبَحْرِ في قَلْبِ الْغَمْرِ كَالْحِجارَةِ، وَجاوَزْتَ بِبَني اِسْرائيلَ الْبَحْرَ وَتَمَّتْ كَلِمَتُكَ الْحُسْنى عَلَيْهِمْ بِما صَبَرُوا وَاَوْرَثْتَهُمْ مَشارِقَ الأَرْضِ وَمَغارِبَهَا الَّتي بارَكْتَ فيها لِلْعالَمينَ، وَاَغْرَقْتَ فِرْعَوْنَ وَجُنُودَهُ وَمَراكِبَهُ فِي الْيَمِّ، و بِاسْمِكَ الْعَظيمِ الأَعْظَمِ الأَعَزِّ الأَجَلِّ الأَكْرَمِ وَبِمَجْدِكَ الَّذي تَجَلَّيْتَ بِهِ لِمُوسى كَليمِكَ عَلَيْهِ السَّلامُ في طُورِ سَيْناءَ،* وَلاِِبْراهيمَ عَلَيْهِ السَّلامُ خَليلِكَ مِنْ قَبْلُ في

Gecenin, gündüzün ve saatlerin sultasıyla onları musahhar ettin ve onlarla yılların sayısını ve günlerin hesabını -belirttin-, onları görmeyi bü-tün insanlar için eşit kıldın.

Allah’ım! Yakın meleklerinin idraki üstünde, nur bulutlarının üstünde, Turisina ve Huris dağında, o mukaddes vadide, mübarek kubbede, sağ taraftaki dağın yönünden, o ağacın içinden, -geceleyin lamba gibi ışık saçan- ateş sütununda şehadet sandığının üstünde, kuddüs meleklerin arasında kulun ve elçin Musa b. İmran aleyhisselam’la konuştuğun, Mı-sır’da dokuz açık mucizeyle ve İsrailoğulları için denizi yardığın günün, Suf denizinde taştan fışkıran çeşmelerde meydana getirdiğin hayretlerde ve suyu denizin içinde taş gibi dondurup İsrail oğullarını denizden geçir-diğin, sabretmelerinden dolayı onlara karşı tamamlanan güzel kelimen (hükmün), alemdekiler için bereketli kıldığın yeryüzünün doğularını ve batılarına onları mirasçı kıldığın, Firavun’u, askerlerini ve onların merkep-lerini boğduğun yüceliğin hürmetine; yüce, en yüce, en aziz, en ulu, en saygın ismin hürmetine, kendisiyle Turisina’da kelimin olan Musa aleyhisselama ve daha önce Hiyf mescidinde Halil’in İbrahim aleyhisselama,

مَسْجِدِ الْخَيْفِ، وَلاِِسْحقَ صَفِيِّكَ عَلَيْهِ السَّلامُ في بِئْرِ شِيعٍ (سَبْعٍ) وَلِيَعْقُوبَ نَبِيِّكَ عَلَيْهِ السَّلامُ في بَيْتِ ايلٍ، وَاَوْفَيْتَ لاِِبْراهيمَ عَلَيْهِ السَّلامُ بِميثاقِكَ وَلاِِسْحقَ بِحَلْفِكَ وَلِيَعْقُوبَ بِشَهادَتِكَ وَلِلْمُؤْمِنينَ بِوَعْدِكَ وَلِلدّاعينَ بِاَسْمائِكَ فَاَجَبْتَ، وَبِمَجْدِكَ الَّذي ظَهَرَ لِمُوسَى بْنِ عِمْرانَ عَلَيْهِ السَّلامُ عَلى قُبَّةِ الرُّمّانِ (الزَّمانِ) وَبِآياتِكَ الَّتي وَقَعَتْ عَلى اَرْضِ مِصْرَ بِمَجْدِ الْعِزَّةِ وَالْغَلَبَةِ بِأياتٍ عَزيزَةٍ وَبِسُلْطانِ الْقُوَّةِ وَبِعِزَّةِ الْقُدْرَةِ وَبِشَأْنِ الْكَلِمَةِ التّامَّةِ، وَبِكَلِماتِكَ الَّتي تَفَضَّلْتَ بِها عَلى اَهْلِ السَّماواتِ وَالأَرْضِ وَاَهْلِ الدُّنْيا وَاَهْلِ الآخِرَةِ، وَبِرَحْمَتِكَ الَّتي مَنَنْتَ بِها عَلى جَميعِ خَلْقِكَ، وَبِاسْتِطاعَتِكَ الَّتي اَقَمْتَ بِها عَلَى الْعالَمينَ، وَبِنُورِكَ الَّذي قَدْ خَرَّ مِنْ فَزَعِهِ طُورُ سَيْناءَ، وَبِعِلْمِكَ وَجَلالِكَ وَكِبْرِيائِكَ وَعِزَّتِكَ وَجَبَرُوتِكَ الَّتي لَمْ تَسْتَقِلَّهَا الأَرْضُ وَانْخَفَضَتْ لَهَا السَّماواتُ وَانْزَجَرَ لَهَا الْعُمْقُ الأَكْبَرُ، وَرَكَدَتْ لَهَا الْبِحارُ وَالأَنْهارُ، وَ خَضَعَتْ لَهَا الْجِبالُ وَسَكَنَتْ لَهَا الأَرْضُ 

(ibadet yeri olan) Şiya kuyusunda seçkin kulun İshak aleyhissela-ma, peygamberin Yakub aleyhiselama Beyt-i Îl’de tecelli ettiğin, İbrahim aleyhisselama ahdinle, İshak’a yemininle, Yakub’a şehadetinle, müminle-re vaadinle ve senin isimlerine davet edenlere icabet ederek vefa ettiğin yüceliğin hürmetine; Rumman kubbesinde Musa aleyhisselama zahir olan yüceliğin hürmetine, sağlam ayetlerle -düşmana- galebeyle ve izzet yüceliğiyle Mısır diyarında vuku bulan ayet-lerin hürmetine, güçlü saltanat, kudret izzeti, mükemmel kelimenin (“oluver” emri) şanı, gökyü-zündekilere ve yerdekilere, dünya ve ahiret ehline lütufta bulunduğun kelimelerin hürmetine, bütün yaratıklarına minnet bıraktığın rahmetin hürmetine, alemdekilere -hüccet- ikame ettiğin gücün hürmetine, dehşeti Turisina dağının yıkılmasına neden olan nurun hürmetine, yeryüzünün dayanamadığı, göklerin tevazu ettiği, büyük derinliğin (uçsuz-bucaksız alem okyanusu) mustarip olduğu, denizlerin ve nehirlerin dalgalandığı, dağların huzu ve huşu ettiği, yeryüzünün tüm çalaçukurluklarına rağmen durup hareket etmediği, tüm yaratıkların teslim olduğu, esen rüzgarların perişan olduğu (durduğu), ateşkedelerde

بِمَناكِبِها، وَاسْتَسْلَمَتْ لَهَا الْخَلائِقُ كُلُّها، وَ خَفَقَتْ لَهَا الرِّياحُ في جَرَيانِها، وَخَمَدَتْ لَهَا النّيرانُ في اَوْطانِها، وَبِسُلْطانِكَ الَّذي عُرِفَتْ لَكَ بِهِ الْغَلَبَةُ دَهْرَ الدُّهُورِ وَحُمِدْتَ بِهِ فِي السَّماواتِ وَالأَرَضينَ، وَبِكَلِمَتِكَ كَلِمَةِ الصِّدْقِ الَّتي سَبَقَتْ لاَِبينا ادَمَ عَلَيْهِ السَّلامُ وَذُرِّيَّتِهِ بِالرَّحْمَةِ وَاَسْأَلُكَ بِكَلِمَتِكَ الَّتي غَلَبَتْ كُلَّ شَيْءٍ، وَبِنُورِ وَجْهِكَ الَّذي تَجَلَّيْتَ بِهِ لِلْجَبَلِ فَجَعَلْتَهُ دَكّاً وَخَرَّ مُوسى صَعِقاً، وَبِمَجْدِكَ الَّذي ظَهَرَ عَلى طُورِ سَيْنآءَ فَكَلَّمْتَ بِهِ عَبْدَكَ وَرَسُولَكَ مُوسَى بْنَ عِمْرانَ، وَبِطَلْعَتِكَ في ساعيرَ وَظُهُورِكَ في جَبَلِ فارانَ بِرَبَواتِ الْمُقَدَّسينَ وَجُنُودِ الْمَلائِكَةِ الصّافّينَ وَخُشُوعِ الْمَلائِكَةِ الْمُسَبِّحينَ، وَبِبَرَكاتِكَ الَّتي بارَكْتَ فيها عَلى اِبْراهيمَ خَليلِكَ عَلَيْهِ السَّلامُ في اُمَّةِ مُحَمَّدٍ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَآلِهِ، وَبارَكْتَ لاِِسْحقَ صَفِيِّكَ في اُمَّةِ عيسى عَلَيْهِمَا السَّلامُ، وَبارَكْتَ لِيَعْقُوبَ اِسْرآئيلِكَ في اُمَّةِ مُوسى عَلَيْهِمَا السَّلامُ، وَبارَكْتَ لِحَبيبِكَ مُحَمَّد صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَآلِهِ في عِتْرَتِهِ وَذُرِّيَّتِهِ وَاُمَّتِهِ،* اَللّـهُمَّ وَكَما غِبْنا عَنْ ذلِكَ وَلَمْ نَشْهَدْهُ   وَآمَنّا بِهِ وَلَمْ نَرَهُ صِدْقاًوَعَدْلاً اَنْ تُصَلِّىَ عَلى مُحَمَّدٍ وَآلِ مُحَمَّدٍ وَاَنْ تُبارِكَ عَلى مُحَمَّدٍ وَآلِ مُحَمَّدٍ وَتَرَحَّمَ عَلى مُحَمَّدٍ وَآلِ مُحَمَّدٍ كَاَفْضَلِ ما صَلَّيْتَ وَبارَكْتَ وَتَرَحَّمْتَ عَلى اِبْراهيمَ وَآلِ اِبْراهيمَ اِنَّكَ حَميدٌ مَجيدٌ فَعّالٌ لِما تُريدُ وَاَنْتَ عَلى كُلِّ شَيْءٍ قَديرٌ (شَهيدٌ) 

ateşin söndüğü ilmin, yüceliğin, azametin, izzet ve haşmetin hürmetine, asırlar boyunca galebesi bilinen, göklerde ve yerlerde övülen saltanatın hürmetine, daha önce babamız Adem aleyhisselam ve rahmetinle onun soyundan gelenlere gerçekleşen (onlara keramet ve üstünlük tacı giydi-ren) doğru kelimen hürmetine senden diliyorum.

Her şeye galebe çalan kelimen hürmetine, dağa (Tur’a) tecelli etti-ğin, dağın dağılmasına ve Musa’nın bayılarak yere düşmesine neden olan nurun hürmetine; Turisina’da gözüken, kendisiyle kulun ve elçin Mu-sa b. İmran’la konuştuğun yüceliğin hakkı için, Sair’de (Hz. İsa’nın (a.s) münacat ettiği yer) parlayışın, mukaddes kişilerin sahip olduğu yüksek makamlarda, sıra sıra dizilen melekler ordusu, tesbih eden meleklerin huşusu karşısında -Mekke yakınlarında- Faran dağında -Resul-i Ekrem-‘e- zuhur edişin hürmetine, Muhammed sallallahu aleyhi ve âlihin ümme-tinde İbrahim Halil aleyhisselama mübarek kıldığın, İsa aleyhisselamın ümmetinde seçkin kulun İshak aleyhisselama mübarek kıldığın, Musa aleyhisselamın ümmetinde halis kulun Yakub’a mübarek kıldığın, habibin Muhammed sallallahu aleyhi ve âlihi ve selem’in soyu, zürriyeti ve ümmetinde ona mübarek kıldığın bereketlerin hürmetine senden diliyorum.

Allah’ım! Biz bu olayların vuku bulduğu zamanlarda olmayıp tanık olmadığımız ve onları gözlerimizle görmediğimiz halde gerçek ve tam an-lamıyla iman ettiğimiz gibi -senden diliyoruz ki- İbrahim ve İbrahim oğul-larına ettiğin en üstün salat et ve bereket ver rahmetle Muhammed ve Ehl-i Beyt’ine salat eyle, Muhammed ve Ehl-i Beyt’ine bereket ver, Mu-hammed ve Ehl-i Beyt’ine rahmet eyle. Doğrusu Sen övülmüş ve yücesin; dilediğini yapansın ve Senin her şeye gücün yeter.” 

Daha sonra hacetlerini isteyip peşinden de şöyle de:

اَللّـهُمَّ بِحَقِّ هذَا الدُّعآءِ، وَبِحَقِّ  هذِهِ الاَْسْمآءِ الَّتي لا يَعْلَمُ تَفْسيرَها وَلا يَعْلَمُ باطِنَها غَيْرُكَ صَلِّ عَلى مُحَمَّدٍ وَآلِ مُحَمَّدٍ وَافْعَلْ بي ما اَنْتَ اَهْلُهُ، وَلا تَفْعَلْ بي ما اَنَا اَهْلُهُ وَاغْفِرْ لي مِنْ ذُنُوبي ما تَقَدَّمَ مِنْها وَما تَأَخَّرَ، وَوَسِّعْ عَلَيَّ مِنْ حَلالِ رِزْقِكَ وَاكْفِني مَؤُونَةَ اِنْسانِ سَوْءٍ، وَجارِ سَوْءٍ، وَقَرينِ سَوْءٍ، وَسُلْطانِ سَوْءٍ، اِنَّكَ عَلى ما تَشاءُ قَديرٌ وَبِكُلِّ شَيْءٍ عَليمٌ آمينَ رَبَّ الْعالَمينَ.

“Allah’ım! Tefsirini ve batınını senden başka kimsenin bilmediği bu dua ve bu isimlerin hakkı hürmetine Muhammed ve Ehl-i Beyt’ine rahmet eyle ve bana karşı kendine layık olan şekilde davran ve benim hakketti-ğim şekilde değil. Benim geçmiş ve gelecek günahlarımı bağışla, helal rızkını bana genişlet; kötü insanın zahmetini, kötü komşuyu, kötü arka-daşı, kötü yöneticiyi benden uzaklaştır; gerçekten sen dilediğin şeye ka-dirsin ve her şeyi çok iyi bilensin. Ey alemlerin Rabbi -bu duamı- kabul et.”

Bazı nüshalarda şöyle geçer:

وَاَنْتَ عَلى كُلِّ شَيْءٍ قَديرٌ = “Doğrusu senin her şeye gücün yeter” cümlesinden sonra hacetlerini iste ve sonra şöyle de:

يا اَللهُ يا حَنّانُ يا مَنّانُ يا بَديعَ السَّماواتِ وَالأَرضِ، يا ذَا الْجَلالِ وَالاِكْرامِ، يا اَرْحَمَ الرّاحِمينَ اَللّهُمَّ بِحَقِّ هَذا الدُّعاءِ

“Ya Allah, ey kullarını seven, ey onlara nimet veren, ey gökleri ve yeri yoktan var eden, ey yücelik ve ikram sahibi, ey merhametlilerin en merhametlisi! Allah’ım! Bu duanın hakkı hürmetine…”

Bu duayı sonuna kadar oku. Allame Meclisî, Seyyid İbn Bâkî’nin “Misbah” adlı eserinden Simat duasından sonra şu duanın okunmasını nakletmiştir:

اَللّـهُمَّ بِحَقِّ هذَا الدُّعاءِ وَبِحَقِّ هذِهِ الاَْسْماءِ الَّتي لا يَعْلَمُ تَفْسيرَها وَلا تَأْويلَها وَلا باطِنَها وَلا ظاهِرَها غَيْرُكَ اَنْ تُصَلِّيَ عَلى مُحَمَّد وَآلِ مُحَمَّد وَاَنْ تَرْزُقَني خَيْرَ الدُّنْيا وَالآخِرَةِ

“Allah’ım! Tefsirini, tevilini, batınını ve zahirini senden başka kimse-nin bilmediği bu dua ve bu isimlerin hakkı hürmetine Muhammed ve Ehl-i Beyt’ine rahmet eyle ve beni dünya ve ahiret hayrıyla rızıklandır.”

Daha sonra hacetlerini iste ve peşinden de şöyle de:

وَافْعَلْ بي ما اَنْتَ اَهْلُهُ وَلا تَفْعَلْ بي ما اَنـَا اَهْلُهُ، وَاْنتَقِمْ لي مِنْ فُلانِ بْنِ فُلان.

“Bana karşı kendine yakışır şekilde davran ve benim hakkettiğim şekilde değil. Ve falan oğlu falandan benim intikamımı al.” “Falan oğlu falan” yerine düşmanının ismini söyle.

وَاغْفِرْ لي مِنْ ذُنُوبي ما تَقَدَّمَ مِنْها وَما تَأَخَّرَ، وَلِوالِدَيَّ وَلِجَميعِ الْمُؤْمِنينَ وَالْمُؤْمِناتِ، وَوَسِّعْ عَلَيَّ مِنْ حَلالِ رِزْقِكَ وَاكْفِني مَؤُونَةَ، اِنْسانِ سَوْء، وَجارِ سَوْءٍ، وَسُلْطانِ سَوْءٍ، وَقَرينِ سَوْءٍ، وَيَوْمِ سَوْءٍ، وَساعَةِ سَوْءٍ، وَانْتَقِمْ لي مِمَّنْ يَكيدُني وَمِمَّنْ يَبْغي عَلَيَّ وَيُريدُ بي وَبِاَهْلي وَاَوْلادي وَاِخْواني وَجيراني  وَقَراباتي مِنَالْمُؤْمِنينَ وَالْمُؤْمِناتِ ظُلْماً اِنَّكَ عَلى ما تَشاءُ قَديرٌ وَبِكُلِّ شَيْءٍ عَليمٌ آمينَ رَبَّ الْعالَمينَ .

“Benim, ebeveynimin, bütün erkek ve kadın müminlerin geçmiş ve gelecek günahlarımı bağışla, helal rızkından rızkımı genişlet; kötü insanın zahmetini, kötü komşuyu, kötü yöneticiyi, kötü arkadaşı, kötü günü, kötü saati benden uzaklaştır; bana hile yapandan, bana zulmedenden, bana, aileme, çocuklarıma, kardeşlerime, komşularıma, erkek ve kadınlardan olan mümin akrabalarıma zulmetmek isteyen kimseden intikamımı al; gerçekten sen dilediğin şeye kadirsin ve her şeyi çok iyi bilensin. Ey alemlerin rabbi -bu duamı- kabul et.”

Daha sonra şöyle de:

اَللّـهُمَّ بِحَقِّ هذَا الدُّعاءِ تَفَضَّلْ عَلى فُقَراءِ الْمُؤْمِنينَ وَالْمُؤْمِناتِ بِالْغِنى وَالثَّرْوَةِ، وَعَلى مَرْضَى الْمُؤْمِنينَ وَالْمُؤْمِناتِ بِالشِّفآءِ وَالصِّحَةِ، وَعَلى اَحْيآءِ الْمُؤْمِنينَ وَالْمُؤْمِناتِ بِاللُّطْفِ وَالْكَرامَةِ، وَعَلى اَمْواتِ الْمُؤْمِنينَ وَالْمُؤْمِناتِ بِالْمَغْفِرَةِ وَالرَّحْمَةِ، وَعَلى مُسافِرِي الْمُؤْمِنينَ وَالْمُؤْمِناتِ بِالرَّدِّ اِلى اَوْطانِهِمْ سالِمينَ غانِمينَ بِرَحْمَتِكَ يا اَرْحَمَ الرّاحِمينَ وَصَلَّى اللهُ عَلى سَيِّدِنا مُحَمَّدٍ خاتَمِ النَّبِيّينَ وَعِتْرَتِهِ الطّاهِرينَ وَسَلَّمَ تَسْليماً كَثيراً.

“Allah’ım! Bu dua hürmetine fakir olan erkek ve kadın müminlere zenginlik ve servet, hasta olan  erkek ve kadın müminlere şifa ve sağlık, hayatta olan erkek ve kadın müminlere lütuf ve bağış, ölen erkek ve ka-dın müminlere mağfiret ve rahmet, yolcu olan erkek ve kadın müminlere sağ-salim ve bir yarar etmiş olarak vatanlarına dönüş ver. Rahmetin hürmetine ey merhametlilerin en merhametlisi. Efendimiz, peygamberle-rin sonuncusu Muhammed’e ve onun tertemiz Ehl-i Beyt’ine rahmet ve çokça selam eyle.”

Şeyh İbn Fehed diyor ki: Simat duasından sonra şöyle demek müstehaptır:

اَللّـهُمَّ اِنّي اَسْأَلُكَ بِحُرْمَةِ  هذَا الدُّعاءِ وَبِما فاتَ مِنْهُ مِنَ الأَسْماءِ وَبِما يَشْتَمِلُ عَلَيْهِ مِنَ التَّفْسيرِ وَالتَّدْبيرِ الَّذي لا يُحيطُ بِهِ اِلاّ اَنْتَ اَنْ تَفْعَلَ بي كَذا وَكَذا

** “Allah’ım! Ben bu duanın hakkı hürmetine ve onda geçmeyen isim-lerin hürmetine ve onların kapsadığı ve senden başka kimsenin bilmediği tefsir ve tedbir hürmetine benim hakkımda şöyle böyle et.” 

“Şöyle şöyle” yerine hacetlerini iste.