Her kim Allah karşısında mütevazi olursa bedeni Allah’a itaatten usanmaz. el-Bihar, 78/90/95 İmam Ali (a.s)

Terörizm: Sömürgeciliğinin Çöken Bahanesi

Terörizm: Sömürgeciliğinin Çöken Bahanesi

MUSA HÜSEYİN SAFVAN

 

Bugünlerde uluslararası politik alanda en çok kullanılan kavramlardan biri, hiç kuşkusuz terörizm kavramıdır. Bu kavrama, genelde onu kullanan çevrelerin çıkarlarını yansıtan farklı anlamlar yüklenmiştir. Burada örnek olarak, Amerika Birleşik Devletleri’nin tanımını veriyoruz.

ABD hukukunun 26560 sayılı yasasının 22. bendi 6. fıkrasında terörizm şöyle tanımlanır: “Terörizm kavramı, siyasî amaçlar ve kamuoyunu etkilemek için geçmişten gelen bir ısrar ve kararlılık ile, savaşmayan kimselere (sivillere) karşı uygulanan siyasî şiddet anlamına gelir.” Bu tanımda, uluslararası terörizmin tanımı da şöyle geçer: “Bireylere ve birden fazla devletin topraklarına saldıran veya riske sokan terörizm.”1

Avrupa Birliği terörizmi şöyle açıklar: “Terörizm, doğası itibariyle bir ülkeye veya bir devlet kurumuna tehlikeli boyutta etki etmesi mümkün olan eski bir düşünce ve karardan kaynaklanan işlerden biridir. İnsanlardan bir grubu korkutmak, yönetimleri veya herhangi bir devlet kuruluşunu bir işi yapmaya veya bir uygulamadan vazgeçmeye zorlamak, toplumda sarsıntı ve panik ortamı oluşturmak, bir ülkenin veya bir devletin siyasal, anayasal, ekonomik ve sosyal yapısını yıkmak, bir kişinin hayatına saldırmak, onu kaçırmak, bir devlet kuruluşunu veya ulaşım sistemini veya alt yapıyı çökertmek, terörizmin başlıca hedeflerindendir. Enformasyon sistemini çökertmek de, bu kapsamda değerlendirilebilir. Çünkü bu sistemin çöküşü, bazen insanın hayatını ciddî boyutta etkileyebilir veya büyük ekonomik zararlara yol açabilir.”

22/4/1998 tarihinde Kahire’de imzalanmış olan “Terörle Mücadele İçin Arap İşbirliği Anlaşması”nın ilk maddesi terörü şöyle tarif eder: “Terör; hangi amaçla yapılırsa yapılsın, insanlar arasına korku salmayı, onlara eziyet vererek onları ürkütmeyi, hayatlarını, özgürlüklerini ve güvenliklerini tehlikeye atmayı, çevreye zarar vermeyi, kamuya veya özel sektöre ait bir bina veya mülke zarar vermeyi, onları işgal etmeyi, ülkenin menfaatlerinden birini tehlikeye sokmayı amaçlayan, her türlü sertlik ve şiddet içeren eylemler ve tehditlerdir.”2

Bu arada araştırmacılar, politik terörizm (terrorism political) için de çeşitli tanımlar sunmuşlardır. Arrold, yazar Schmid, yargıç Stewart, hukukçu Mallison, yazar Palmer ve yazar Bassiouni bu araştırmacılardan bazılarıdır. Biz burada Bassiouni’nin tanımı ile yetinmek istiyoruz. Çünkü onun tanımı, daha sonra 14-18 Mart 1988 tarihleri arasında Viyana’da Birleşmiş Milletler tarafından düzenlenen toplantıya katılan ülkelerin uzmanları tarafından da kabul edilmiştir. Bu tanıma göre: “Terörizm, yönetimi ele geçirmek veya isteğini kabul ettirmek için, inanca (ideolojiye) dayalı nedenlerle başvurulan ve belli bir toplumun özel bir kesimi içerisinde korku salmayı amaçlayan, devletler arasında yasaklanmış bir şiddet stratejisidir. Şiddete başvuranların, bunu kendi çıkarları veya herhangi bir devletin menfaatleri için yapmaları bir şeyi değiştirmez.”3

Bu gibi tanımların yol açacağı onlarca soruyu göz ardı etsek de, buradaki tartışma, bu tanımların ne kadar dakik ve kapsayıcı olduğuyla sınırlı değildir. Bu gibi tanımları sunan devletlerin de bu tanımların kapsamına girdiği ve onların bu kapsama aldığı bazı örneklerin ise gerçekte öyle olmadığı da tartışma konusudur. Aslında burada esas alınan ilke açısından, ilgilenenlerin göz ardı ettiği büyük bir demagoji vardır. Çünkü yapılan tanımların hemen hepsinde iki taraf öngörülmüştür:

1- Şiddet araçlarını kullanan siyasal grup.

2- Şiddete maruz kalan taraf. Şiddete maruz kalan taraf,siviller olabileceği gibi askerler, gruplar, kuruluşlar ve devletler de olabilir.

Ancak bu tanımların hiçbirinde hak ve batıl konusuna değinilmemiş, mevcut durum, ne olursa olsun, hak olarak telakki edilmiş, bu duruma karşı çıkan, mevcut durumun haksızlık olduğunu savunan fertler, gruplar veya kuruluşlar savaşılması, ortadan kaldırılması gereken teröristler olarak kabul edilmiştir.

Böylece bu kavrama yüklenen içerik sayesinde Filistin halkının topraklarını gasp eden Yahudiler mazlum, ellerinden alınan haklarını savunan vatan sahipleri (Filistinliler) ise terörist sayılıyor. Kızılderililer ile sömürgeciler de aynı şekilde değerlendiriliyor. Hatta kuşkular ve kaygılarla dolu olan yeni dünya düzenini korumak için geliştirilen politikaların beslediği bu çağdaş terörizm kavramı çerçevesinde, Hz. Hüseyin (a.s.) bile bir terörist olarak karşımıza çıkıyor!

Ancak İslâmî literatürde böyle bir kavrama rastlanmaz. İslâm'da düşmana korku salmaktan bahsedilir; fakat bu, düşmana karşı hazırlıklı olmak suretiyle onu saldırganlığından caydırmak anlamında kullanılır. Terör eylemleri yapan gruplardan söz ederken de konuyu “yeryüzünde bozgunculuk yapma” başlığı altında ele alır. Bu kavramları ele alan bütün İslâmî fetvalarda da, hak ve batıl meselesi dikkate alınır. Kısaca; hak ve batıl, zulüm ve adalet kavramları, İslâm açısından konunun eksenini oluşturur. İslâm, zulüm ve haksızlık söz konusu olması hâlinde, ne kadar zaman geçerse geçsin, mevcut durumu onaylamaz. Batıl, zaman aşımıyla hak olmaz.

Bugün dünyada gözlemlediğimiz değerler, sloganlar ve siyasî tavırlar, gerçekte teorik ve pratik ilkelerini makyavelist ve pragmatist felsefelerden alan, sulta ve hegemonyadan başka hiçbir şeyi önemsemeyen ve tüm insanî sloganlar ve çağrıları, dünyaya egemen olan güçlerin elinde birer araç olarak gören liberal politikaların birer parçasından başka bir şey değildir.

Buradan hareketle, bugün Amerika'nın, terörizm ile mücadele adı altında başlattığı güç gösterisi ve yaptığı antlaşmaların, gerçekte doğunun servetlerini ele geçirerek dünya liderliğini ve hâkimiyeti daha uzun bir müddet için garanti altına alma amacına hizmet eden bir araçtan başka bir şey olmadığı gerçeğiyle karşılaşıyoruz… Yoksa, kendi kabul ettiği tanım çerçevesinde bile Amerika, en büyük terörist sayılır. Bugün insan özgürlüğü, fikir özgürlüğü, insan hakları gibi değerleri, Amerikan değerleri olarak sunan Amerika, vaktiyle Amerika topraklarının asıl sakinleri olan Kızılderililerin kanını acımasızca dökmüştü. Milyonlarca Afrikalıyı, kendilerine köle yapmak için gemilere doldurup Amerika'ya götürmüşlerdi. Aynı köleleştirme politikaları bugün de farklı biçimlerde devam etmektedir.

Ancak bugün dünyanın çeşitli yerlerinde; Avrupa’da, İngiltere’de, Asya’da, Avusturalya’da ve hatta Amerika’nın kendisinde, Amerika politikaları ve savaşlarına karşı milletler düzeyinde bir kamuoyu oluşmuş görünüyor. Oluşan bu kamuoyu ve aydınlanma gölgesinde, Amerika'nın sömürgeci plânlarını uygulamaya geçirmek için kullandığı “terörizm bahanesi”nin düştüğünü, işe yaramaz hâle geldiğini söyleyebilir miyiz?!!

İşaretler bu yönde…

 

 


1– Mehdi Zuaytir, Lübnan İslâm Üniversitesi (Camiatu'l-İslâmiyye) Hukuk Fakültesi’ne verdiği “Terör Örgütlerinin Tanımlanması Problemi” adlı yüksek lisans tezi araştırması, 2001-2002.

2– Adı geçen kaynak.

3– Dr. Muhammed Aziz Şükrî, Ulusarası Terörizm, Dâr'l-Âlem Li'l-Melâyin Yayınevi, 2. baskı, 1992