Ümitsizlik
Mir Kasım ERDEM
لاَ يَيْأَسُ مِن رَّوْحِ اللّهِ إِلاَّ الْقَوْمُ الْكَافِرُون[1]
“Allah’tan ümidini kâfirlerden başka kimse kesmez.”
Allah’tan ümidi kesmek büyük günahlardan biridir. İnsan, dünya hayatında bazı maddi veya manevi zorluklarla karşılaşabilir, şahıs bazen öyle bir duruma gelir ki artık bütün çıkış kapılarının kapanmış olduğunu hisseder. Tam bu sırada insan her şeyden elini çeker ve sonunu bekler. Bazen de sonunu kendisi getirerek yaşamına son verir. İşte bu durum, yani ümitsizliğe kapılmak; artık çıkış yolunun olmadığını düşünmek büyük günahtır. Çünkü ümitsizlik içerisinde unutulan bir şey vardır o da Allah'tır.
Allah ki her şeye gücü yeter. O, nice zor durumda kalanları zorluktan çıkarmıştır. O her şeyi yoktan var etmiştir, onun bir şeyi yaratması için herhangi bir sebebe ihtiyacı yoktur. Dolayısıyla her şeyden ümit kesilse de Allah'tan ümit kesilmez.
Günahlar, büyük ve küçük günahlar diye ikiye ayrılır. Büyük günahların tövbe edilmedikçe affı yoktur. Zina etmek, kumar oynamak, hırsızlık yapmak, gasp etmek vb. günahlar büyük günahlar arasında yer alır. Allah bu gibi günahlara azap vaat etmiştir. Affı ancak tövbe ile mümkündür. Küçük günahlarda ise Allah’ın affetme ihtimali vardır. Tabi ki küçük günahları işlemekte ısrar edilirse bu da büyük günah sınıfına girer.
Ehl-i Beyt İmamlarından gelen hadislerde "Allah'tan ümidi kesmek" büyük günahlardan sayılmıştır.
Allah'tan ümidi kesmek neden büyük günahlardan sayılmıştır? Bu sorunun cevabı yazının başındaki ayet dikkatli okunur ve üzerinde düşünülürse ortaya çıkacaktır. Allah'tan ümidini kesen bir insan ya Allah’ın varlığına inanmamıştır veya Allah’ı iyi tanıyamamış, Allah’ın her şeye gücünün yeteceğini bilmemiştir. Ayette Allah şöyle buyuruyor “Allah’tan ümidini kâfirlerden başka kimse kesmez.” Dikkat edilirse Allah, ümidini yitireni kâfir olarak görüyor. Kâfir kime denilir? Allah’ın varlığına inanmayana denir. Aynı zamanda ümidini yitiren de Allah’ın varlığına inanmıyor demektir. Ümidini yitiren kişi dilde Allah’a inandığını söylese dahi, o söylediğine kalben inanmamıştır. Allah’ın varlığına inanan biri onun gücüne inanarak, kendisini içinde bulunduğu kötü durumdan kurtaracağını bilmelidir.
Allah’ın Sebebe İhtiyacı Yoktur
Allah bir şeyi yapacağı veya yaratacağı zaman bir sebebe ihtiyaç duymaz. Fakat biz insanlar öyle değiliz. Bir şey yapacağımız zaman o şeyin olması için sebebe ihtiyacımız vardır. Örneğin yemek pişirmek için yemek malzemesine, ateşe, kap kacağa ihtiyacımız vardır. Bunlar olmadan bizler yemek pişiremeyiz. Ama Allah bunların hiç birisine ihtiyacı olmadan yemeyi hazır eder. O yemeye ol der ve yemek oluverir. Bir çocuğun dünyaya gelebilmesi için uygun şartlara haiz bir erkek ve bir kadına ihtiyaç vardır. Ama Allah birini yaratmak istedi mi annesiz ve babasız onu yaratır. Nitekim buna Kur'an'da nice örnekler vardır. Allah, Hz. İsa'nın (a.s) ümmeti için hazır sofra anlamına gelen Maide indirmiştir. O hazır sofrada yiyecekler vardı. Allah, o yemeyin hazır olması için hiçbir ön hazırlık yapmamıştır. Ne yemek malzemesi, ne kap, ne de yemeğin pişmesi için ateşe ihtiyaç duymamıştır. Yemeğe ol demiştir, yemek de olmuştur. Allah, Hz. Âdem'i (a.s) yaratacağı zaman ne anneye ne babaya ihtiyaç duymadan onu yaratmıştır. Aynı şekilde Hz. İsa'yı (a.s) babasız yaratmıştır. Bunlar normal şartlarda insanın yapamayacağı şeylerdir. Ama Allah için bunlar hiç sorun değildir.
Bir şeyin olması için gerekli ortamın ve araçların olması gerekiyor. Fakat bu kural Allah için geçerli değildir. Allah bir şey yapmak için bir şeye ihtiyaç duymaz. Aynı şekilde bir şeyin olması için yeterli sebep varsa onun olmaması da mümkün değildir. Ama bu kuralda Allah için geçerli bir kural değildir.
Örneğin ateş bir şeye değerse onu mutlaka yakar. Ama bakıyoruz ki Nemrut Hz. İbrahim'i (a.s) ateşe attırıyor ve ateş normalde onu yakması gerekirken Allah ateşe yakmamasını söylüyor ve ateş de onu yakmıyor. Ateş bir şeyin yanması için sebeptir ama Allah bu sebepleri ya ortadan kaldırıyor ya da bizim bilmediğimiz başka sebepleri baskın sebep olarak devreye sokuyor.
Firavun, Hz. Musa'nın (a.s) dünyaya gelmemesi için tüm imkânları seferber etti ama Allah tüm olumsuzluklara rağmen Hz. Musa'yı (a.s) dünyaya getirdi. Bıçak normalde keser bıçak kesmek için sebep ve vesiledir. Ama Hz. İsmail'i (a.s) kesemedi. Sebep ve vesileler biz kullar için geçerlidir ama Allah için geçerli değildir.
Dolayısıyla hangi yönden insan zorluğa düşerse düşsün, Allah’tan ümidini keserse Allah bundan hoşnut olmaz. Çünkü kul, onun gücünü ve kudretini tanımamış demektir.
İnsanların bu dünyada ümitsizliğe düştükleri zorlukların bazıları şunlardır.
Maddi Zorluklar Nedeniyle Ümitsizliğe Düşmek:
İnsan dünyada olduğu müddetçe daima imtihandadır. Bu imtihanlar yeri gelir sağlıkla olur yeri gelir makam ve mevki ile olur yeri gelir geçim sıkıntısıyla olur.
Allah bazen insana maddi sıkıntı verir ve o sıkıntı karşısında nasıl davranacağına bakar. O sıkıntıyı hatalara düşerek mi atlatacak, yoksa Allah’ın kendisine haram ettiği şeylere dikkat ederek mi sıkıntısını giderecek? Eğer sıkıntılarını atlatmak için haram yollara başvuracak olursa o zaman imtihanı geçemeyecektir. Ama eğer sıkıntılar karşısında sabırla doğru yoldan ayrılmadan problemleri çözmeye çalışırsa imtihanını geçebilecektir.
Sabır, insanın sıkıntıları hata yapmadan doğru yoldan çıkmadan çözmesine denilir.
Sıkıntılarını aşmak için insan tüm meşru yollara başvurmasına rağmen sıkıntılarını yine de aşamıyorsa artık yapacak bir şey kalmamışsa, imtihan tam da burada başlar. Yani insanın kendisinin veya başkalarının yapacak bir şeyleri kalmamışsa, problemi atlatacak bir sebep kalmamışsa, insan bunu bilmelidir ki Allah’ın gücü her şeye yeter. Allah bir şeyi yapmak istedi mi bir sebebe ihtiyacı yoktur.
Ümit ile ümitsizliği ayıran ince çizgi, ümitsizliğe kapılan insan sorununu atlatacak bir vesilenin ve aracın olmadığını görür ve ümitsizliğe kapılır. Ümitli insan ise sorununu çözecek bir imkânın kendisinde veya başkasında olmadığını ama Allah’ın isterse sorununu hiçbir şeye muhtaç olmadan çözeceğini bilir. Dolayısıyla ümidini yitirmez; Allah’a yüzünü döner ve Allah’tan bu sıkıntıların çözülmesini ister. Fakat ümitsizliğe kapılan insan Allah’a yüzünü dönmez çünkü Allah’ın da bunu çözemeyeceğini zanneder. Allah’ın gücüne inanmaz, o sorununun çözülmesinin sadece maddi veya manevi imkânlara bağlı olduğunu zanneder. İşte bu da zaten Allah’ı iyi tanımadığının göstergesidir. Dolayısıyla Allah Kur'an’da “Allah’tan ümidini kâfirlerden başka kimse kesmez.” diyor. Çünkü kâfir, Allah’a inanmadığı için onun gücüne de inanmıyordur.
Şimdi gelelim maddi sıkıntılar çeken insana; gerek tarihte gerekse günümüzde maddi sıkıntı çekip ümidini yitirmeden çaba gösteren ve sonunda rahatlığa kavuşan birçok insana şahit olmuşuz. Biz buna örnek olsun diye biri Kur'an’dan biri de tarihten iki örnek vereceğiz.
Kur'an’da Hz. Eyüp'ün (a.s) hayat hikâyesinden bir kesit sunulmaktadır. Bu kesitte Hz. Eyüp'ün (a.s) bir zamanlar çok zengin olduğu, çocuklarının ve kendisinin de sağlıklı olduğu anlatılır. Hz. Eyüp Peygamberin devamlı Allah’a şükür ettiği bu refah halinden dolayı gaflete düşmeyip devamlı fakirleri gözettiğini, onlara devamlı yardım ettiğinin altı çizilir. Allah’ın Hz. Eyüp'ün (a.s) makamını yükseltmek için onu zor bir imtihandan geçirdiği anlatılır. Allah, Hz. Eyüp'ü (a.s) imtihan etmek için onun maddi varlığını elinden alır. Hz. Eyüp (a.s) şükrüne devam ederek “veren de sendin, alan da sensin” der. Allah çocuklarını elinden alır, Hz. Eyüp yine “veren de sendin alan da sensin” diye şükür eder. Allah sağlığını elinden alır, Hz. Eyüp (a.s) yine “veren de sendin alan da sensin” diye şükür eder. Hz. Eyüp hiçbir zaman ne malına, ne evlatlarına, ne kendi sağlık ve zekâsına sırtını dayamamıştı. O, her zaman bunların geçici olduğunu bunların da sahibinin Allah olduğunu biliyordu. O, Allah’a sırtını dayamıştı. Dolayısıyla da elinde ki imkânların bir bir gittiğini görmesine rağmen hiç üzülmüyordu. Çünkü o, elinde ki imkânlara değil Allah’a güveniyordu.
Hz. Eyüp'ün (a.s) imtihanları geçtiğini gören Allah, Hz. Eyüp'ten (a.s) aldığı her şeyi kendisine geri verdi Hz. Eyüp (a.s) tekrar eski sağlığına kavuştu.
Buradan bizim anlamamız gereken şudur. Hayatımızda Allah bazen imtihan etmek için bizlere maddi sıkıntılar verebilir. Bu sıkıntıları sabırla yanlışlara düşmeden mücadele ederek aşmaya çalışmamız gerekir ve Allah’ın gücünü unutmadan devamlı ondan yardım dilemek gerekir.
Zamanın birinde zengin bir tüccar hacca gider. Hac yolunda tuvalet ihtiyacını gidermek için kafileden biraz uzaklaşır ve ihtiyacını giderdikten sonra tekrar kafileye yetişir. Bir müddet yol gittikten sonra para kesesini ihtiyaç giderdiği yerde düşürdüğünün farkına varır. Ama adam çok zengin olduğundan geriye dönüp o keseyi almaz. Yoluna devam eder. Şehrine geldikten bir müddet sonra bu adamın git gide işleri bozulur ve maddi durumu çok sarsılır. Öyle ki artık o şehirde kalamaz hale gelir. Hamile karısı ve çocuklarını da alarak yaşadığı şehri terk eder. Bir köyün yakınlarında eski bir handa konaklamak zorunda kalır. Hamile karısı o handa doğum yapar ama günlerdir doğru dürüst bir şey yememiştir. Kadın kocasına "bana güç verecek bir şeyler getir" der. Kocası gece karanlığında yağmur altında köye gider kapalı bir bakkal bulur yalvar yakar bakkalı sahibine açtırır ve elinde olan son paraya biraz pekmez alır. Pekmezi karısına getirirken ayağı kayar ve elinde ki son yiyeceği de yere dökülür. Adam durumu görünce artık dayanamaz ve bağırarak durumuna ağlamaya başlar. O yakınlarda bulunan bir evden biri çıkarak “Be adam gecenin bu saatinde niye böyle bağırıyorsun” der. Adam da başından geçenleri anlatır. Köylü “Tüm ağlaman bir tas pekmez için mi?” der. Adam “Ben bir hac yolunda böyle böyle bir kese kayıp ettim ki içinde bu kadar para vardı. Onun kaybolması umurumda bile olmadı ama şimdi çocuklarımın ve hanımımın yiyeceğe ihtiyacı var, yoksa pekmez umurumda değil.” deyince köylü irkilerek “Nasıl bir kese idi? Ne kadar para vardı?” diye sorunca zavallı adam “Be adam kesenin nasıl olduğunun zamanı mı? Ben ne haldeyim senin sorduğun soruya bak' Sen kafayı kayıp bir kesenin nasıl olduğuna mı taktın?” Köylü ısrar ederek “Ne olur o kesenin nasıl olduğunu bir daha söyle” der. Adam da kayıp olan kesesinin nasıl olduğunu bir daha söyler. Köylü, zavallı adamı evine alır, uşaklarını göndererek adamın karısı ve çocuklarını da evine getirtir. Onların karınlarını doyurup sıcak bir yer verir. Sabah olunca köylü “Birkaç gün burada kalın, karın iyice kendisini toparlasın daha sonra gidersiniz.” der. Adam da kabul eder. Köylü, adama biraz sermaye vererek “Nasılsa ticareti biliyorsun, git bu parayla ticaret yap.” Der. Adam da o parayla ticaret yaparak kâr eder. Aradan bir müddet geçer adamın karısı iyice iyileşir, adam ev sahibinden izin isteyerek “Artık karım iyileşti benim de biraz sermayem oldu, izin verirsen artık biz zahmet vermeyelim.” der. Ev sahibi kalkıp dolabından bir kese getirir. Adam keseyi görünce şaşırır. Çünkü o kese hac yolunda kaybettiği kesedir. Adam “Bu keseyi nereden buldun?” Deyince köylü “Bunu hac yolunda bulmuştum ve sahibini bulmak için bekletiyordum. O yağmurlu gecede sen olayı anlatınca bu kesenin sana ait olduğunu anladım. Ama eğer o anda bunu sana verseydim sen heyecandan ölebilirdin.” der. Adam bir daha köylüye teşekkür ederek hanımını da alıp zengin olarak yoluna koyulur.
Daha nice yaşanmış olaylar vardır ki insanlar çok zor durumlardan kurtularak rahata kavuşmuşlardır. Burada üzerinde durduğumuz nokta şudur; insanın karşısına ne kadar zorluklar çıkarsa çıksın, insanın Allah’tan ümidini kesmemesi çalışıp gayret etmeye devam etmesi gerekir.
Sağlık Sorunlarından Dolayı Ümitsizliğe Düşmek:
İnsan bazen sağlığını kaybedebilir. Gözü kör olur, felçlik geçirir, kanser veya sakat olabilir. Öyle ki artık tıp bu hastalığının çaresinin olmadığını söyleyebilir. İnsan kendisine yardım edebilecek kimselerin olmamasından dolayı ümitsizliğe kapılabilir. Ama tecrübeler ve Kur'an bizlere bunun böyle olmadığını nice çaresi bulunmayan hastalıkların iyileştiğini, ölümü için tarih bile belirlenen hastaların dahi sağlığına kavuşarak yıllarca yaşadığını göstermiştir.
Kur'an ve tarih ise bizlere bu konu hakkında örnekler vermektedir. Örneğin Hz. İsa'nın (a.s) anneden doğma körleri iyileştirdiğini ki, anneden doğma körün iyileşmesinin mümkün olmadığını tıp halen söylemektedir. Ölülerin dirilmesi ki bu tıbbın aciz kaldığı bir noktadır. Hz. İsa'nın (a.s) ölüleri dirilttiğini gerek Kur'an'da, gerekse hadislerde bizler görmekteyiz.
Sonuç olarak insan ne kadar büyük hastalıklara yakalanırlarsa yakalansın, o hastalığın iyileşmesi için herhangi bir sebep ve vesile kalmamış olsa dahi Allah’ın bir işi yapması için bir sebebe ihtiyaç duymadığı bilinmeli ve Allah'tan ümit kesilmemelidir. Allah’ın nice çaresiz hastaları iyi ettiğini düşünmelidir.
Çocuk Olmamasından Dolayı Ümitsizliğe Düşmek:
Evliliğin asıl gayesi neslin devamını sağlamaktır. İnsan evlendiği zaman ilk başlarda neslin devamlılığını geri plana atsa da evliliğin ilerleyen yıllarında bu gaye kendisini ortaya çıkarır. Bunun üzerine çiftler yuvalarının daha sıcak, sağlam ve kendilerinden sonra adlarını sürdürmesi, nesillerin devam etmesi için çocuk yaparlar.
Bazen sağlık veya başka sorunlar nedeniyle çiftlerin çocuğu olmaz. Çocuğun olmaması bu çiftler arasında çocuk arzusunu daha da tetikler. Çocuk arzusuyla yanıp tutuşan çiftlerde bazı psikolojik rahatsızlıkların ortaya çıkmasına sebep olur. Bu rahatsızlıklardan en büyüğü ve en önemlisi çiftlerin yaşama sevincini yitirmesidir. Bazen de yaşantılarında bir boşluğa düşerler.
Çocuğun olmamasının nedeni, bazen çiftlerden herhangi birinin sağlık sorunu olabilir. Yani sorun erkekte olabilir ve erkeğin spermi çocuk yapmaya uygun olmayabilir. Bazen de sorun kadında olabilir ve kadının yumurtaları çocuk yapmaya müsait olmayabilir. Tıp dünyası ise onların çocuklarının olmasının imkânın bulunmadığını kendilerine söyleyebilir. Çiftlerde çocuklarının olacağına dair ümitlerini yitirebilirler.
Ama dinimiz bu alanda da Allah’tan ümidin kesilmemesi gerektiğini söylemektedir. Buna örnek olarak da Kur'an'da bizlere Hz. İbrahim (a.s) ve hanımını örnek vermektedir. Hz. İbrahim (a.s) ve hanımı Sara yaşlanmıştır Hz. İbrahim (a.s) yaklaşık 120, hanımı ise 95 yaşlarındadır. Normal şartlarda bu yaşta insanların çocukları olmaz Hz. İbrahim (a.s) ve hanımı çocuk arzusuyla yaşarlar. Bir gün Cebrail, Hz. İbrahim'e (a.s) gelerek ona İshak adında bir çocuk bağışlanacağını söyler. Hanımı Cebrail’in bu sözünü duyunca “Ben kısır bir kadınım, İbrahim ise yaşlanmıştır bizim mi çocuğumuz olacak?” diyince Cebrail meleği ona “Allah’ın gücü her şeye yeter.” der. Yani çocuğun olması için hiçbir uygun ortam olmasa bile Allah istediğinde olur. Allah o yaşta Hz. İbrahim'e (a.s) iki tane çocuk vermiştir.
Bu gibi birçok olay vardır. Normalde çocuğu olmayacak insanların çocukları olmuştur. Çocuğu olmayan insanların buna dikkat etmeleri gerekir. Allah dünya da bir düzen yaratmıştır ve bir şeyin oluşması için de uygun şartların oluşması gerektiğini söylemiştir. Ama bu kural her zaman geçerli değildir. Allah birçok defa uygun şartlar olmadan da bir şeyler yapmıştır.
Normalde tıbbın “sizin çocuğunuz olmaz” dediği durumlarda, Allah’tan istenmesi gerektiğini, Allah’ın da uygun gördüğü takdirde hiçbir şeye ihtiyaç duymaksızın onlara çocuk verebileceği bilinmelidir. Yeter ki şahıs ümidini kesmeden Allah’tan istesin.
Şunu da bilmek önemlidir: Allah’tan bir şey isterken hayırlısını istemek gerekir. Bazen bizim hayırlı gördüğümüz şeyleri Allah hayırlı görmeyebilir. Bizler de hayırlısını istediğimizden dolayı Allah onu bizlere vermeyebilir. Bazen de Allah verecektir ama bizim sabrımızı görmek ister. Sonuç olarak bizler Allah’ın verdiklerine boyun eğip daha kötüsünden bizi korumasını isteyeceğiz tabii ki istediğimiz şeyi de dile getirerek Allah’tan hayırlısını isteyeceğiz.
Günahların Çokluğundan Dolayı Ümitsizliğe Düşmek
İslam dininin bazı kuralları vardır ve Müslümanlar o kurallara uymak zorundadır. Uymadıkları takdirde azaplandırılacağı bildirilmiştir. Bazen insan nefsine hâkim olamayarak öyle kötü işler yapar ki kendi insanlığından utanır. Bunun yanında kıyamet günü de azap göreceği korkusuna kapılır ve kendi kendine “ben çok büyük günahlar işledim benim affım kesinlikle yoktur.” der ve öbür dünyada cennete gitmekten ümidini keser.
Allah, bu gibi durumda da ümitsizliğe kapılmamak gerektiğini söyler. İnsanın günahı ne kadar çok olursa olsun onun af edilmeyeceğine dair Allah hiçbir şey söylememiştir. Şeytan bu insanı aldatarak onun cennetten ümidini kesmesini sağlamak ister ve “nasıl olsa cehennemde yanacaksın o zaman hiç olmasa bu dünya da istediğini yap” der. O insan da bu defa hata üstüne hata işler ve daha kötü durumlara düşer. Ama ümidini yitirmeyen biri kesinlikle hata işlese bile bu hatasının af edilebileceğini bildiği için hem hatasını telafi etmeye çalışır, başkasına verdiği zararı karşılar, hem de hata üstüne hata yapmaktan vazgeçer. Bu durumda hem toplum, hem de şahıs hayata daha iyi bağlanır.
Tarihten bir örnek vererek konuyu noktalayalım. Hür b. Yezid-i Riyahi Kerbela da Hz. Hüseyin'in (a.s) önünü kesen, onun orada şehit olmasına sebep olanlardan biridir. Hür Aşura günü Hz. Hüseyin'in (a.s) hak ve doğru yolda olduğunu görür ve Yezit’in saflarından ayrılarak Hz. Hüseyin'in (a.s) yanına gelir. Kendisine bu durumu yaşattığı için Hz. Hüseyin'den (a.s) af diler ve Hz. Hüseyin'e (a.s) yardım etmek için kendisine izin vermesini ister. Hz. Hüseyin (a.s) Hür’ü affeder. Hür de Hz. Hüseyin'den (a.s) izin alarak meydana gider ve Kerbela’nın ilk şehidi olma iftiharına erişir. Dikkat edilirse Hür Hz. Hüseyin'in (a.s), kardeşlerinin ve ehlibeytinin ölümlerine sebep olmuştur. Bundan daha büyük günah olabilir mi? Ama Hz. Hüseyin (a.s) Hür’ü affediyor. Allah da onu affediyor ve şehit olma şerefine nail oluyor.
Evet, insanın ne kadar büyük günahları olursa olsun, affedileceğine dair Allah’tan ümidini kesmemelidir. En büyük günah Allah’tan ümidi kesmektir.
İnsan Kendisinden Emin Olmamalıdır.
Ümitsizliğin günah olması kadar, insanın kendisinin iyi bir insan olduğuna çok emin olması da tehlikelidir. Çünkü bu his, insana bir rahatlık verir ve insanı bazı güzellikleri yapmaktan geri koyabilir. Böyle bir insan “ben nasılsa cennetliğim bu kadar iyi işler yaptım” der ve bu rahatlık ona kötülükler yaptırır da, yaptığı kötülüğü umursamaz. Tarihte nice insanlar vardır ki manevi olarak büyük makamlara ulaşmıştır fakat kendilerini öylesine kayıp etmişlerdir ki çok kötü işler yapmada hiçbir sakınca görmemişlerdir. İnsan ne kadar büyük makamlara da erse, şeytanın kendisini her an aldatıp yapmış olduğu tüm güzellikleri sildirebileceğini unutmamalıdır.
Hz. Musa'nın (a.s) döneminde Belam b. Baura denilen bir abid yaşamaktaydı. Bu abid insanlardan uzakta ıssız bir mağarada yaşıyordu. Yapmış olduğu ibadetler sonucu öyle bir makama ulaşmıştı ki ettiği tüm duaları kabul oluyordu.
Hz. Musa (a.s) İsrail oğullarını firavun’un elinden kurtardığı zaman, Firavun Hz. Musa'yı (a.s) yakalamak için askerlerini gönderir. Firavun bu abidin duasının kabul olduğunu bildiği için birkaç asker de bu abidin yanına gönderir ve Hz. Musa'nın (a.s) yakalanması için dua etmesini ister. Askerler abidin yanına gelerek firavunun isteğini söylerler, abid ilk önce karşı çıkarak “O bir peygamberdir ben onun kötülüğü için nasıl dua ederim” der. Askerler, eğer dua ederse Firavun'un kendisine büyük makamlar vereceğini söyleyince abid Hz. Musa'nın (a.s) yakalanması için dua edeceğini belirtir. Abid dua etmek için eşeğine binip yüksek bir yere çıkmak ister ama eşeği bir türlü hareket etmez. Eşeğin yürümesi için birkaç defa kamçıyla vurunca eşek dile gelerek “Ey Belam, Allah peygamberine kötülük yapmak için mi gidiyorsun? Ben buna razı olup, senin günahına ortak olmam” der. Belam kendisinin bu eşek kadar akıllı olmadığını görünce sinirinden eşeği döverek öldürür.
Evet, Belam öyle bir makama gelmişti ki ettiği dualar kabul oluyordu. Kendinden öyle emin olmuştu ki bir peygambere beddua edebilecek duruma geldiğini sanıyordu. Ama şeytan onu öyle bir aldattı ki bir eşek bile Allah’a Belam’dan daha yakın oldu ve ona akıl verdi. Kimse, içinde olduğu şu anki makam, mevki ve durumuna bakmasın. Gelecekte ne olabileceğini bilemez, ne kadar kötü durumlara düşebileceğini kestiremez.
Dolayısıyla insan, sahip olduğu imkân ve konumu her zaman iyi şeyler için kullanmayı alışkanlık edinmeli ve elindeki fırsatları iyi bir insan olmak için değerlendirmelidir. Durumun her zaman iyi gitmeyebileceğini bilmelidir.
Allah'tan ümidi kesmek ve hayatta ümitsizliğe düşmek, büyük hata ve günahtır. İnsan ne kadar kötü durumlara düşerse düşsün, unutmasın ki her şeyin düzelmesi ve tekrar güzel şeylerin olması mümkündür. Yeter ki insan azimle yapmak istediği şeyin üzerine gitsin ve Allah’ın gücünün her şeye yetebileceğini unutmadan ondan yardım istesin.
En büyük günah Allah’tan ümidi kesmektir.
[1] -Yusuf/87.