Veda Hutbeleri
MUSA AYDIN
Bu unvan birçok kimseyi şaşırtabilir belki! Zira çoğu insanımız şimdiye kadar "Veda Hutbeleri" değil, "Veda Hutbesi" ismini duymuştur. Halbuki aşağıda metinlerini vereceğimiz üzere, Allah Resulü (s.a.a) "Veda Haccı"nda bir yerde ve sadece bir hutbe değil, birkaç yerde ve birkaç hutbe okumuştur. Allah Resulü'nün Veda Haccı'nda Arafat'ta, Mina'da, Mina'daki "Hîf Mescidi"nde, ve "Gadir-i Hum" denen yerde hutbe okuduğu elimize ulaşan rivayetler arasında. Ancak bu hutbelerin çoğunun içeriği birbirine yakın olduğu için, bazıları bunların tek hutbe olduğunu, ancak ravilerin bunları naklederken okunan yerin ve bazı bölümlerin naklinde hata yaptıkları için bu değişikliğin ortaya çıktığını söylemektedirler.
Bizce Allah Resulü, çeşitli yerlerde çeşitli hutbeler de okumuş olabilir, ama önemli olduğu için bu hutbelerde benzer konuları, değişik şekillerde ve bazı ilâvelerle de buyurmuş olabilir. Nitekim her ayrı hutbede bazı ilâvelerin bulunduğunu açıkça görmekteyiz. Ayrıca bu hutbeleri nakleden bazı rivayetlerin sonunda yer alan, "Allah Resulü bu hutbenin benzerini yine okudu ve benzer cümleleri yine tekrarladı." ilâvesi de bizim bu görüşümüzü teyit etmektedir.[1]
Burada bilinmesi gereken husus şudur ki, nakledilen bu yerlerin hepsi kesin olmasa dahi, Veda Haccı'nda iki yerde hutbe okunduğunda hiçbir şüphe yoktur. Bunlardan birisi hac zamanı Arafat, Mina veya Hîf Mescidi'nde; diğeri ise Hac amelleri sona erip Mekke'den ayrıldıkları bir sırada Mekke yakınlarında yolların birbirinden ayrıldığı nokta olan "Gadir-i Hum" mevkiinde okunmuştur.
Biz burada, bu hutbeleri sırasıyla sizlere nakledeceğiz. Tabii bu arada özellikle Ehlibeyt'ten nakledilen kaynakları dikkate almakla birlikte, Sünnî kaynaklarda nakledilenlere değinmeyi de ihmal etmeyeceğiz. Yeri geldiğinde göreceğiniz gibi, bugün "Veda Hutbesi" diye meşhur olan hutbe, hatta birçok Sünnî kaynağa göre bile eksiktir.
Bu hutbelerde en çok dikkati çeken husus, Allah Resulü'nün, ister hac sırasında, ister Gadir-i Hum'da, isterse Medine dönüşünde okuduğu bütün hutbelerde, Ehlibeyt'ini ümmete hatırlatıp Kur'an-ı Kerim'in yanı sıra Ehlibeyt'ini de ümmete ağır ve paha biçilmez bir emanet olarak bıraktığını ve onlara sarıldıkları müddetçe asla dalalete düşmeyeceklerini ve bu ikisinin kıyamete kadar birbirinden asla ayrılmayacaklarını vurgulamasıdır.
Gerçi bazı Sünnî kaynaklarda bu hutbelerin bazısında "Ehlibeyt" yerine "sünnet" kelimesi zikredildiği görülmektedir, ancak evvelâ; Ehlibeyt kelimesinin zikredildiği rivayetler çoğunluktadır. Saniyen; "sünnet" kelimesini nakleden rivayetler, Kütüb-i Sitte'nin hiçbirisinde nakledilmemiştir; sadece İmam Malik'in el-Muvatta'sında senetsiz olarak zikredilmiştir. Oysa "Ehlibeyt"i zikreden hadisler, Kütüb-i Sitte'den Sahih-i Müslim, Sünen-i Tirmizî ve Müsned-i Ahmed b. Hanbel'de, ayrıca Müstedrek'üs-Sahihayn, Hasais-i Nesaî, Sünen-i Beyhakî, Sünen-i Daremî, Kenz'ül-Ummâl, Üsd'ül-Gabe, ed-Dürr'ül-Mensur, Müşkil'ül-Âsâr, Tarih-i Bağdad, Taberânî, Tefsir-i Fahr-i Razî, Mecma'uz-Zevâid, Feyz'ül-Kadîr, Tehzib'ül-Âsâr, Hilyet'ül-Evliyâ, es-Savaik'ul-Muhrika gibi onlarca meşhur kaynakta çeşitli senetlerle nakledilmiştir ki, bunların sayısını İbn-i Hacer-i Mekkî yirmi küsur olarak zikretmektedir. Bu da bu hadisin mutevatir olduğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Salisen; sünnet kelimesini zikreden rivayetlerin doğruluğunu kabul etsek dahi, bunun öbür rivayetlerle hiçbir çelişkisi yoktur; hatta birbirini tamamlar niteliktedir. Âdeta Allah Resulü, sahih İslam'ı öğrenmek için Kur'an ve Sünnet'i kaynak olarak gösterdikten sonra, bunun, yani Kur'an'ın sahih tefsirini ve Resulullah'ın sahih sünnetini öğrenmenin en güvenilir kanalının Ehlibeyt'i olduğunu ümmete öğütlemektedir. Nitekim Ehlibeyt'i devreden çıkararak, Kur'an'ı ve Sünnet'i öğrenmeye çalışanların düştükleri çelişkileri, hem tarih sayfalarında, hem de günümüzde müşahede etmekteyiz. Ümit ediyoruz ki Müslüman kardeşlerimiz, bir an evvel bu gafletten uyanır, asırlar boyu unutturulmaya çalışılan Ehlibeyt gibi tertemiz ve şaibesiz hazineyi yeniden keşfeder ve Resulullah'ın müekket tavsiyelerine rağmen Kur'an'dan ayırdıkları bu emanete yeniden sahip çıkar, Resulullah'ın Ehlibeyt'e sadece kuru bir "sevgi" beslemeyi değil, onlara "sarılmayı" ve böylece yanlışlardan korunmayı istediğini bilirler artık.
Hatırlatmamız gereken bir diğer husus ise şudur ki, Allah Resulü'nün "Gadir-i Hum"da okuduğu hutbe Ehlibeyt'ten gelen hadislerde çok daha geniş bir şekilde nakledilmiştir. Ancak biz, bu uzun metnin yerine, Sünnî kardeşlerimizle aynı şeyleri paylaşmak için, Ehlibeyt ve Ehl-i Sünnet rivayetlerinde müştereken nakledilen bölümleri almayı tercih ettik ve kimseye itiraz yeri bırakmamak için de her bölümün kaynağını dipnotta ayrıntılı bir şekilde zikrettik.
Şunu da hatırlatmamız gerekir ki, bu hutbenin bütün bölümleri bütün Sünnî kaynaklarda nakledilmemiştir ve dikkat edeceğiniz gibi biz çeşitli Sünnî kaynaklarda nakledilen bölümleri bir araya getirerek vereceğiz. Ancak hutbenin bir bölümü var ki (Ehlibeyt mektebine göre bu, hutbenin en önemli bölümüdür ve hutbenin okunmasındaki asıl amaç o mesajı vermektir) bu bölüm çeşitli Sünnî kaynaklarda mütevatiren nakledilmiştir. Merhum Allâme Eminî "el-Gadir" isimli 11 ciltlik şaheserinde bu hadisi 110 sahabîden, seksen küsur tabiîden, 350'yi aşkın Sünnî kaynağa dayandırarak nakletmektedir. İsteyen kardeşlerimiz, o eşsiz eserin birinci cildine müracaat ederek bunları en ince ayrıntılarına kadar görüp inceleyebilirler. O bölüm şu cümlelerden ibarettir: "Ey insanlar! Allah benim mevlâmdır, ben de sizin mevlânız-efendinizim. O hâlde, ben kimin mevlâsı isem, bu Ali de onun mevlâsıdır. Allah'ım! Onu seveni sev, ona düşman olana düşman ol; ona yardım edene yardım et, onu yalnız bırakanı yalnız bırak…"
Ehlibeyt mektebine tâbi olanlar, çeşitli karinelere ve delillere dayanarak buradaki "mevlâ" kelimesinin, Resulullah gibi, müminler üzerinde her türlü tasarruf hakkına sahip olan veli-yönetici anlamına geldiğini, dolayısıyla bu nasla Resulullah'tan sonra böyle bir yetkinin Hz. Ali'ye verilip imamet ve hilâfete atandığı görüşündedirler. Ehl-i Sünnet ise, buradaki "mevlâ" kelimesinin dost anlamında kullanıldığı görüşündedirler. Ancak biraz öncede belirttiğimiz gibi, Ehlibeyt mektebi taraftarları çeşitli karine ve delillere dayanarak bunun doğru olamayacağını yerinde açıklamışlardır. Fakat burada bizim amacımız, bu konuyu geniş bir şekilde açıklamak olmadığı için, geniş bilgi sahibi olmak ve bu itirazları ve geniş cevaplarını öğrenmek isteyen kardeşlerimizin, akait kitaplarına, özellikle biraz önce ismini verdiğimiz "el-Gadir" kitabının birinci cildine müracaat etmelerini tavsiye ediyoruz.
Şimdi bu hutbelerin metnini sizlere sunmaya çalışacağız. Hak Tealâ gereğince amel etmeyi hepimize nasip buyursun.
1- Arafat'ta Okuduğu Hutbe:
"Hamd, Allah'a mahsustur. O'na hamd eder, O'ndan yardım ve bağışlanma diler, O'na tövbe ederiz. Nefislerimizin şerrinden ve kötü amellerimizden O'na sığınırız. (Yaptığı amellerinden dolayı) Allah'ın hidayet ettiği birisini kimse saptıramaz ve (hak ettiği için) Allah'ın saptırdığı birisini kimse hidayet edemez. Şehadet ederim ki Allah'tan başka bir ilâh yoktur; tektir ve şeriki yoktur. Ve şehadet ederim ki Muhammed O'nun kulu ve Resulü'dür. Ey Allah'ın kulları! Size Allah'tan korkmayı ve O'na itaat etmeyi tavsiye ediyorum. Hayırlı olanla başlamayı Allah'tan diliyorum.
Ey insanlar! Sözümü iyi dinleyin; sizlere bazı açıklamalarda bulunacağım. Bilmiyorum; belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha buluşamayacağım. İnsanlar! Bu gününüz, bu ayınız, bu şehriniz Mekke nasıl kutsal ve saygın ise, Rabb'inize kavuşana dek, canlarınız, mallarınız ve namuslarınız da öyle saygındır. Yarın Rabb'inize kavuşacaksınız ve O sizleri yaptığınız her hâl ve hareketten sorguya çekecektir. Kimin yanında bir emanet varsa, onu sahibine iade etsin.
Ey insanlar! Artık faiz ve tefecilik kaldırılmıştır. Bu durumda sadece sermayenizi alabilirsiniz. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Allah’ın hükmü gereği faiz ve tefecilik yasaktır. Kaldırdığım ilk faiz ise (amcam) Abbas b. Abdilmuttalib'in faizidir. O devirde güdülen bütün kan davaları da kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası da (amcam oğlu) Rabîa’nın oğlu Amir b. Hars b. Abdilmuttalib'in kan davasıdır. Kâbe'ye hizmet etmek ve hacılara su dağıtmak dışında, cahiliye döneminden kalma bütün âdetler kaldırılmıştır. Kasten adam öldürmenin cezası kısastır. Kasta benzer biçimde, taş ve sopayla adam öldüren ise, 100 deve diyet vermelidir. Bundan fazlasını talep etmek cahiliye âdeti sayılır.
Ey insanlar! Şeytan, bu topraklarınızda kendisine tapılacağından umudunu yitirmiş durumdadır. Ancak bunun dışında, önemsemediğiniz birtakım amellerinizde kendisine uymanıza razı olmuştur.
Ey insanlar! Haram ayları ertelemek ancak küfrü artırır. Bununla kâfirler büsbütün sapıklığa düşerler. Allah’ın haram kıldığı ayların sayısını denkleştirmek için, erteledikleri o ayı bir yıl helâl, bir yıl haram sayarlardı. Zaman, göklerin ve yerin yaratıldığı günkü gibi dönmektedir. Gerçekten Allah katında (Kamerî) ayların sayısı, gökleri ve yeri yarattığı gün Allah'ın Kitabı'nda 12 ay olarak belirlenmiştir. Bunların dördü haram aylardır: Üçü peş peşe gelir ki zilkade, zilhicce ve muharremdir; birisi ise cemaziyülevvel ve şabanın arasında yer alan receptir.
Ey insanlar! Sizin kadınlarınız üzerinde haklarınız olduğu gibi, onların da sizin üzerinizde hakları vardır: Sizin onlar üzerindeki haklarınız, yatağınızı bir başkasına çiğnetmemeleri, izniniz olmadan yuvanıza hoşlanmadığınız birisini almamaları ve bir ahlâksızlıkta bulunmamalarıdır… Onların da sizin üzerinizdeki hakları, güzel bir biçimde nafakalarını ve giyimlerini temin etmenizdir. Onlar sizin nazik yaratılışlı yardımcılarınızdır. Siz onları Allah’ın emanetleri olarak aldınız ve yine Allah adına onların ırz ve namuslarını helâl edindiniz. Kadınlar hakkında Allah'tan korkun (onların haklarını gözetin) ve onlara hayrı tavsiye edin.
Ey insanlar! Müminler kardeştirler; hiçbir kimseye (mümin) kardeşinin malı, rızası olmadan helâl olmaz. Sakın benden sonra eski günlere dönüp de birbirinizin boynunu vurmayın. Ben sizin aranızda iki ağır-paha biçilmez emanet bırakıyorum. Bunlara sımsıkı sarıldığınız sürece asla sapıtmazsınız: Allah’ın Kitabı ve benim Ehlibeytim. Bunlar havuz başında benimle buluşuncaya kadar birbirlerinden asla ayrılmazlar.
Ey insanlar! Rabb'iniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Adem’in çocuklarısınız. Adem ise topraktan yaratılmıştır. Allah katında en değerli olanınız, O’na saygıda en üstün olanınızdır. Arab'ın Arap olmayana, Allah’a göstereceği saygı dışında, hiçbir üstünlüğü yoktur. Unutmayın burada olanlar, olmayanlara da bunları iletsin.
Ey insanlar! Allah her hak sahibine mirastaki payını vermiştir. Onun için varise üçte birden fazla vasiyet hakkı yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zina eden taşlanarak öldürülmelidir. Kim babasından başkasının oğlu olduğunu iddia eder, efendisinden başkasına intisaba kalkarsa, Allah’ın, meleklerin ve bütün lânet edenlerin lâneti onun üzerine olsun. Allah böyle kimselerin ne farz, ne de nafile ibadetlerini kabul eder. Kölelerinizin haklarına da riayet edin; onlara yediklerinizden yedirin, giydiklerinizden giydirin. Bağışlayamayacağınız bir hata işlerlerse, elinizden çıkarın, ama cezalandırmayın.
Ey insanlar! Bu anlattıklarımı burada bulunanlar bulunmayanlara da ulaştırsın. Çünkü burada bulunamadığı için sözlerimi dinleyemeyen nice kimseler, burada bulunup da dinleyenlerden daha kavrayışlı ve anlayışlı olabilir.
Ey insanlar! Yarın beni sizden soracaklar; ne diyeceksiniz?"
Orada bulunan ashap: “Allah’ın elçiliğini ifa ettin, vazifeni yerine getirdin, bizlere tavsiyelerde bulundun, diye şahitlik edeceğiz.” diye cevap verdiklerinde, Allah Resulü (s.a.a) şehadet parmağını kaldırdı ve kalabalığın üzerinde gezdirerek üç defa şöyle buyurdu:
"Allah'ım, şahit ol! Allah'ım, şahit ol! Allah'ım, şahit ol!"[2]
2-) Mina'da Okuduğu Hutbe:
Allah'a hamd u senadan sonra şöyle buyurdu:
"Ey insanlar! Sözümü dinleyin ve üzerinde düşünün (onu anlamaya çalışın). Bilmiyorum, belki bu yılımdan sonra bir daha sizinle burada buluşamam."
Sonra şöyle buyurdu:
"Acaba, biliyor musunuz, hangi gün en değerli gündür?"
İnsanlar; "Bugün." diye cevap verdiler.
"Peki aylardan hangisi?" diye sorunca yine; "Bu ay." dediler.
"Beldelerden hangisi, en değerli ve en hürmetli beldedir?" diye sorunca da; "Bu belde (Mekke)." diye cevap verdiler.
Sonra şöyle buyurdu:
"Hiç şüphesiz, sizin kanlarınız, mallarınız ve namuslarınız birbirinize aynı bu günün, bu ayın ve bu beldenin hürmet ve saygınlığı gibidir ve bu, Rabb'imizi mülâkat edeceğiniz güne kadar böyle devam edecektir ve o gün amellerinizden sizi hesaba çekecektir. Ey insanlar! Üzerime vazife olanı size tebliğ ettim mi?"
"Evet." dediler.
"Allah'ım, sen şahit ol!" buyurdu.
Sonra şöyle devam etti:
"Şunu iyi bilin ki cahiliyet döneminin nişanelerinin, bidatlerinin ve o zamandan kalan kan ve mal davalarının hepsini ayaklarım altına almış bulunuyorum. Kimsenin kimseye takva dışında bir üstünlüğü yoktur. Gerekeni size ilettim mi?"
"Evet." dediler.
"Allah'ım, sen şahit ol!" buyurdu.
Sonra şöyle buyurdu:
"Şunu bilin ki cahiliyet zamanından kalan her türlü faizi kaldırılmıştır. İlk kaldırılan faiz ise, (amcam) Abbas b. Abdilmuttalib'in faizidir.
Yine cahiliyet zamanından kalan bütün kanların (kısas hakkı) kaldırılmıştır; ilk kaldırılan kan ise, (amcamın oğlu) Haris bin Rabîa'nın kanıdır. Acaba gerekeni tebliğ ettim mi?"
"Evet." dediler.
"Allah'ım, sen şahit ol!" buyurdu.
Sonra şöyle devam etti:
"Bilin ki Şeytan, sizin bu topraklarınızda tapılmaktan ümidini kesmiştir. Ama o, iyi amellerinizi küçümseyip onlarda ihmalkârlık yapmanıza razı olmakla yetinmiştir; bilin ki ona itaat etmek, ona ibadet etmektir.
Ey insanlar! Unutmayın ki Müslüman Müslümanın kardeşidir. Hiçbir Müslümana, Müslüman birisinin kanı helâl olmaz. Hiçbir Müslümana, Müslümanın malı, kendi gönül rızasıyla verdiği hariç, helâl olmaz.
Ben, insanlar "Lâ ilâhe illallah" deyinceye kadar onlarla savaşmaya emredildim. Ama bu cümleyi söylediklerinde kanları ve mallarını benden korumuş olurlar; (Allah'ın) belirlediği bir hak olursa o başka; (kıyamet) hesapları ise Allah'a aittir. Ey insanlar! Gerekeni tebliğ ettim mi?"
"Evet." dediler.
"Allah'ım, sen şahit ol!" buyurdu.
Sonra şöyle buyurdu:
"Ey insanlar! Sözümü aklınızda tutun ki benden sonra ondan yararlanasınız. Onu kavramaya çalışın ki bu vesileyle benden sonra yücelesiniz.
Aman! Benden sonra kâfirler olarak geri dönüp dünya için kılıçla birbirinizin boynunu vurmaya çalışmayın!"
Sonra şöyle devam etti:
"Şunu bilin ki ben, sizin aranızda iki şey (emanet) bırakıyorum ki eğer onlara sarılırsanız, asla dalalete düşmezsiniz; Allah'ın Kitabı'nı ve Ehlibeyt'im olan itretimi. Latif ve her şeyden haberdar olan (Allah), bana haber vermiştir ki bu ikisi, Kevser Havuzu başında bana varıncaya kadar asla birbirinden ayrılmazlar. Unutmayın ki kim bu ikisine sarılırsa, kurtulmuştur ve kim onlara muhalefet ederse, helâk olmuştur. Acaba gerekeni tebliğ ettim mi?"
Oradakiler; "Evet." dediler.
"Allah'ım, sen şahit ol!" buyurdu.
Sonra şöyle devam etti:
"Bilin ki sizden bazı kişiler havuz başında benim yanıma varit olacaklar, ancak tanınıp benden uzaklaştırılacaklar. Ben; "Ya Rabbi, bunlar benim ashabımdır!" diyeceğim. Cevabımda şöyle denilecek: "Ey Muhammed, onlar senden sonra yeni şeyler icat ettiler ve senin sünnetini değiştirdiler. O zaman ben de şöyle diyeceğim: "Uzak olsunlar, uzak olsunlar!"[3]
3- Mina'daki Hîf Mescidi'nde Okuduğu Hutbe:
"Allah, benim sözlerimi duyduğunda (onu iyice) dinleyip onu duymayanlara ulaştıranın (yüzünü) nurlandırsın. Ey insanlar! Burada olanlar, olmayanlara da ulaştırsın; zira nice fıkıh (idrake layık söz) taşıyan vardır ki, kendisi derinlemesine onu anlamaz. Ve nice fıkıh taşıyan kimse vardır ki, onu kendisinden daha derin düşünen kimseye ulaştırır.
Üç şey vardır ki Müslüman bir kimsenin kalbini onlardan hiçbir şey saptırmamalıdır: Allah için ameli halis kılmak, Müslümanların (hak) imamlarının hayrını isteyip onlara itaat etmek ve onların topluluğundan ayrılmamak. Müslümanların imamlarının daveti bütün Müslümanları ilgilendirir. Müminler birbirleriyle kardeştirler ve kan ve ırk açısından eşittirler. Başkalarına karşı tek el gibidirler. Onların en zayıflarının bağladığı ahit ve sözleşmeye bile (herkes) sadık kalmalıdır."
Ardından şöyle devam ettiler:
"Ey insanlar! Hiç şüphesiz ben sizin aranızda iki ağır-paha biçilmez emanet bırakıyorum."
"Ya Resulallah, nedir bu iki ağır emanet?" diye sorduklarında şöyle buyurdu:
"Allah'ın Kitabı ve benim itretim olan Ehlibeyt'im. Latif ve her şeyden haberdar olan (Allah), bana haber verdi ki Kevser Havuzu başında bana varıncaya kadar bu ikisi asla birbirlerinden ayrılmazlar; (işaret parmaklarını birleştirerek) aynı benim şu iki işaret parmağım gibi. (Yani her yönleriyle eşittirler.) İşaret ve orta parmaklarım gibi demiyorum ki birisi diğerinden farklı olmuş olsun!"[4]
4- Gadir-i Hum'da Okuduğu Hutbe:
Hicretin onuncu yılında, zilhicce ayının on sekizinde[5] Resulullah (s.a.a) Veda Haccı'ndan dönerken[6] Gadir-i Hum bölgesinde, Cuhfe ismindeki bir menzilde,[7] Medine, Mısır ve Şam (Suriye) yollarının ayrımında[8] Resul-i Ekrem'e (s.a.a) şu ayet nazil oldu:
"Ey Peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer (bu görevi) yapmazsan, O'nun elçiliğini tebliğ etmemiş olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır." (Mâide, 67)
Bu ayet indikten sonra, Resul-i Ekrem (s.a.a) kervanlara durmalarını ve oracıkta bineklerinden inmelerini emretti. İleridekileri çağırttı, geride kalanlar da gelip yetiştiler.[9]
Sonra ashabını, dağılmamaları için oradaki dikenlerin gölgesinde gölgelenmekten alıkoydu. Ağaçların dibini de diken, çer-çöpten temizlemelerini buyurduktan sonra[10] halkı cemaat namazına davet etti.[11]
Ashap bir diken ağacının dalları üzerine elbiseler atarak Resulullah (s.a.a) için bir gölgelik hazırladılar.[12] Resulullah (s.a.a) öğle namazını o yakıcı sıcaklıkta,[13] o cemaatle birlikte kıldıktan sonra, hutbe için ayağa kalktı. Allah'a hamd u sena ve insanlara öğüt ve nasihatte bulunduktan sonra şöyle buyurdu:
"Yakında ben (İlâhî) davete icabet edeceğim (dünyadan göçüp gideceğim). Ben de, siz de Allah katında sorumluyuz. O gün siz Allah'a ne cevap vereceksiniz?"
Oradakiler hep bir ağızdan: "Senin risaletini tebliğ ettiğine, bize nasihat edip hayrımızı istediğine tanıklık edeceğiz; Allah seni hayırla mükâfatlandırsın!" diye cevap verdiler.
Bunun üzerine Resulullah (s.a.a); "Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in onun kulu ve peygamberi olduğuna, cennet ve cehennemin hak olduğuna şehadet ediyor musunuz? diye sordu. İnsanlar; "Evet." dediler, "Bütün bunlara tanıklık ederiz." Bu defa da; "Benim sesimi duyuyor musunuz?" diye sordu. Buna da; "Evet." cevabını verdiler. Bunun üzerine Resul-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurdu:
"Ey insanlar! Ben sizden önce, sizden ayrılacağım ve siz Kevser Havuzu'nun başında bana geleceksiniz. O öyle bir havuzdur ki, genişliği Busra'dan San'a'ya kadardır.[14] O havuzun kenarında, gökteki yıldızların sayısınca gümüş kadehler vardır. Ben orada, sizin aranızda emanet bıraktığım iki paha biçilmez şeyi soracağım. O hâlde, benden sonra o iki şeye nasıl davranmanız gerektiğine dikkat edin!"
Bu arada halkın içinden biri seslenerek, "Ya Resulullah! O iki paha biçilmez şey nedir?" diye sordu. Resul-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurdu:
"Onlardan biri, bir tarafı Allah'ın elinde ve diğer tarafı ise sizin elinizde olan Allah'ın Kitabı'dır. Ona yapışın, sapmayın ve değiştirmeyin; diğeri ise, itretim olan Ehlibeytim'dir. Latif ve her şeyden haberdar olan (Allah), bu ikisinin Kevser Havuzu'nun başında bana ulaşıncaya kadar birbirinden ayrılmayacağını bildirdi. Ben Allah'tan bunu istedim. O hâlde, o ikisinden öne de geçmeyin, arkaya da kalmayın; yoksa helâk olursunuz. Onlara bir şey öğretmeye kalkışmayın; çünkü onlar sizden daha bilgilidirler."
Sonra şöyle devam etti:[15]
"Benim müminlere kendilerinden daha evlâ ve öncelikli olduğumu (onlar üzerinde tasarruf ve yetki sahibi olduğumu) bilmiyor musunuz?"
Halk; "Evet, ya Resulullah, biliyoruz!"[16] deyince şöyle buyurdu:
"Benim her mümine kendisinden daha evlâ olduğumu bilmiyor musunuz?"
Halk yine; "Evet, biliyoruz ya Resulullah!" dediler.[17]
Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) Ali'nin elinden tutarak koltuğunun altındaki beyazlık görününceye kadar kaldırıp[18] şöyle buyurdu:
"Ey insanlar! Allah benim mevlâmdır, ben de sizin mevlânız-efendinizim.[19] O hâlde ben kimin mevlâsı isem, bu Ali de onun mevlâsıdır."[20] "Allah'ım! Onu seveni sev, ona düşman olana düşman ol.[21] Ona yardım edene yardım et, onu yalnız bırakanı yalnız bırak.[22] Ona muhabbet edene muhabbet et, ona buğz edene buğz et."[23] Sonra şöyle buyurdu:
"Allah'ım, sen şahit ol!"[24]
Ravi der ki: Daha bu ikisi (Resulullah ve Ali) birbirinden ayrılmamıştı ki şu ayet nazil oldu: "Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam'ı seçip-beğendim." (Mâide/3)
Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: "Dini mükemmelleştiren, nimetleri tamamlayan, benim risaletimden ve Ali'nin velayetinden hoşnut olan Allah en yücedir."[25]
Yakubî kendi Tarih'inde Medine'de nazil olan ayetlerden bahsederken şöyle yazar: Resulullah'a (s.a.a) nazil olan en son ayet, "Bugün size dininizi kemale erdirdim" ayetidir. Bu rivayet sahihtir. Bu ayet, Resulullah (s.a.a) Gadir-i Hum'da Ali b. Ebî Talib'in velâyet ve hilâfetini açıkça herkese duyurduktan sonra nazil oldu."[26]
Bu törenin ardından Ömer b. Hattab Hz. Ali'yi gelerek şöyle dedi: "Ey Ebu Talib oğlu, ne mutlu sana! Erkek ve kadın her müminin velisi-efendisi oldun."[27]
Başka bir rivayette ise şöyle geçer: Ömer b. Hattab, Hz. Ali'ye; "Ne mutlu sana ey Ebu Talib'in oğlu!" dedi.[28]
[1]– Nasih'ut-Tevarih, Hicret Bölümü, s.499; Bihar'ul-Envar, c.21, s.405.
[2]– Siret-u İbn-i Hişam, s.605; Nasih'ut-Tevarih, Hicret Bölümü, s.499; Bihar'ul-Envar, c.21, s.405; el-Hisal, c.2, s.84.
[3]– Bihar'ul-Envar, c.37, s.113. Hutbenin son bölümü (Bilin ki sizden bazı kişiler…), cüz'î bir farkla Ehl-i Sünnet'in şu kaynaklarında da nakledilmiştir:
Sahih-i Buharî, Mâide Suresinin tefsiri, "…ve kuntu aleyhim şehîdâ…" babı ve Kitab'ul-Enbiya, "…vettehazallahu…" babı; Sahih-i Tirmizî, "Sıfat'ul-kıyame" ve "…Ma câe fî şe'n'il-haşr…" bapları ve Tâhâ Suresinin tefsiri; Sahih-i Buharî, Kitab'ur-Rıkak, "Fi'l-havz" babı, c.4, s.95 ve Kitab'ul-Fiten, "Ma câe fî kavli'llahi tealâ" babı; Sünen-i İbn-i Mace, Kitab'ul-Menasik, "Hutbet-u yevm'in-nehr" babı, 5830. hadis; Müsned-i Ahmed, c.1, s.453, c.3, s.28 ve c.5, s.48; Sahih-i Müslim, Kitab'ul-Fezail, "İsbat-u havz-ı nebiyyina" babı, c.4, s.1800, 40. hadis.
[4]– Bihar'ul-Envar, c.37, s.113.
[5]– Hâkim Haskanî, c.1, s.192-193.
[6]– Mecma'uz-Zevaid, c.9, s.105 ve 163-165.
[7]– Mecma'uz-Zevaid, c.9, s.163-165; İbn-i Kesîr, c.5, s.209-213.
[8]– Mu'cem'ul-Buldan, "Cuhfe" maddesi.
[9]– Tarih-i İbn-i Kesîr, c.5, s.213.
[10]– Mecma'uz-Zevaid, c.9, s.105 ve İbn-i Kesîr, c.5, s.209'da buna yakın söyler.
[11]– Müsned-i Ahmed b. Hanbel, c.6, s.281; Sünen-i İbn-i Mace, "Fazl-u Ali (a.s)" babı; Tarih-i İbn-i Kesîr, c.5, s.209-210.
[12]– Müsned-i Ahmed, c.4, s.372; Tarih-i İbn-i Kesîr, c.5, s.212.
[13]– Müsned-i Ahmed, c.4, s.281; Sünen-i İbn-i Mace, "Fazl-u Ali (a.s)" babı; Tarih-i İbn-i Kesîr, c.4, s.212.
[14]– Busra, Dimeşk yakınlarında bir kasabanın, San'a ise Yemen'de bir şehrin ismidir. Resulullah'ın (s.a.a) bu benzetmesi, sadece ashabının o havuzun genişliğini düşünmeleri içindi.
[15]– Mecma'ul-Beyan, c.9, s.162-163 ve 165. Bazı sözcükleri Hâkim Haskanî'nin rivayetlerinde, c.3, s.109-110 ve Tarih-i İbn-i Kesîr, c.5, s.209'da geçmiştir.
[16]– Müsned-i Ahmed, c.1, s.118 ve 119 ve c.4, s.281; Sünen-i İbn-i Mace, c.1, s.43, hadis: 116. "Evet öyledir" anlamında olan "belâ" kelimesi yerine Müsned-i Ahmed'de, c.4, s.281, 368, 370, 372'de "neam" (evet) kelimesi kaydedilmiştir. Tarih-i İbn-i Kesîr,de, c.5, s.209 ve c.5, s.210. "Elestu evlâ bi-kulli imriin min nefsihi" de gelmiştir.
[17]– Müsned-i Ahmed, c.4, s.281, 368, 370, 372; Tarih-i İbn-i Kesîr, c.9, s.209, 212.
[18]– Hâkim Haskanî'nin naklettiği rivayette, c.1, s.190'de "Fe refea yedehu hetta yura beyazu ibteyhi" ve s.193'de "Hetta bane beyazu ibteyhima" tabiriyle geçmiştir.
[19]– Şevahid'ut-Tenzil, c.1, s.191; Tarih-i İbn-i Kesîr, c.5, s.209'de "Ene mevlâ kulli mümin" lafzıyla geçmiştir.
[20]– Bu konu şimdiye kadar ismini getirdiğimiz bütün kaynaklarda kaydedilmiştir.
[21]– Müsned-i Ahmed, c.1, s.118, 119, c.4, s.281, 370, 372, 373, c.5, s.347, 370; Müstedrek-i Hâkim, c.3, s.109; Sünen-i İbn-i Mace, "Fazl-u Ali" babı; Hâkim Haskanî, c.1, s.190, 191; Tarih-i İbn-i Kesîr, c.5, s.209, 210-213. Bu kitapta c.5, s.209'da şöyle geçer: Zeyd'e; "Sen bunu Resulullah'tan duydun mu?" diye sordum. Zeyd; "O çölde bunu gözleriyle görmeyen ve kulaklarıyla duymayan kimse yoktu." dedi. İbn-i Kesîr daha sonra; "Bu hadisi Ebu Abdullah Zehebî sahih bilmiştir." der.
[22]– Müsned-i Ahmed, c.1, s.118, 119; Mecma'uz-Zevaid, c.9, s.104, 105, 107; Şevahid'ut-Tenzil, c.1, s.193; Tarih-i İbn-i Kesîr, c.5, s.210, 211.
[23]– Şevahid'ut-Tenzil, c.1, s.191; Tarih-i İb-i Kesîr, c.5, s.210.
[24]– Şevahid'ut-Tenzil, c.1, s.190.
[25]– Haskanî, Ebu Said'i Hudrî'den, c.1, s.157-158, hadis: 211 ve 212 ve Ebu Hüreyre'den, s.158, hadis: 213. İbn-i Kesîr de kendi Tarih'inde bu konuyu özetle nakletmiştir.
[26]– Tarih-i Yakubî, c.2, s.43.
[27]– Müsned-i Ahmed b. Hanbel, c.4, s.281; Tarih-i İbn-i Kesîr, c.5, s.210; Sünen-i İbn-i Mace, "Fazl-u Ali" babı; er-Rıyaz'un-Nazire, c.2, s.169; Tarih-i İbn-i Kesîr, c.5, s.210.
[28]– Şevahid'ut-Tenzil, c.1, s.157-158.