Her kimin ilmi artar ve hidayeti artmazsa, Allah’tan uzaklaşmasından başka bir şeyi artmaz. Tenbih’ul-Havatir, 2/21 Hz. Muhammed (s.a.a)

Yüce Sevgili

Yüce Sevgili

Prof. Dr. Hüseyin HATEMİ

 

 

Resûl-i Ekrem (s.a.a) 24 Mayıs 569 gecesi, dinî gün hesabıyla 5 Mayıs Cuma gecesi doğdu ve 25 Mayıs 632’de de irtihal etti.

“Rahmeten li’l-Âlemîn” olduğunu idrak edenler elbette oldu. Mevlânâ; “Men hâk-i reh-i Muhammed-i Muhtârem” bilincine erebildiği için Mevlânâ oldu. Ne var ki çok kişi de O’nu hakkıyla tanıyamadı. O’nun sevgisini engellemek için uydurulan rivayetlere inandı. Bazıları da Mevlit dinlerken başka, ödev yazarken başka duygu ve düşüncelere kapılarak “kişilik bölünmesi”ne duçar oldular. Bu “kişilik bölünmesi”nden bazı “ünlü” kişiler de kurtulamadı. “Korkunç bir din tebliğ eden bu Zat’ı, sözlerini dinlememek şartıyla, peygamber olarak sevebilirsiniz, ne var ki ölçülü bir şekilde!” dayatması birçok toplumda hâkim oldu. “Kişilik bölünmesi”yle ruh sağlığı birlikte bulunamayacağı için de, bu dayatmanın ağrısına katlanamayanlar, “misyoner tebliği”ne hazır hâle geldiler ve bazıları Hıristiyan da oldular. Dayatmacılar buna da karşı idiler. Bu bir emir tecavüzü idi: “Biz sana böyle mi dedik lan! Bütün dinsel inançlara uzak duracaanız, din sigaradan bilem zararlı bir meret olduğu için, kamusal alan dışında bilem, inanç simge gösterge ve belirtgelerinden sakınacaanız, ancak ölmeye giderken adrenalin salgılama işlevine yardımcı olucak kadar da kendinizi Müslüman sayıcaanız, ama söylemek yasak!”

Bu dayatma, bazı kimselerde Hazret-i İsa sevgisine sığınma tepkisini doğurur. (Kısa bir süre önce, arkadaşıyla konuşarak yürüyen bir “bayan”ın, “Ben camiye gitmem, kiliseye giderim” dediğini duydum.) Bazıları da dayatmaya karşı “Talibanî” bir tepki gösterirler: “İslâm’dan soğutmak için bize söylediğiniz bütün sözler, aslında bizim ‘imanımızı’ arttırıyor, recme, el kesmeye, uzuv kısasına, kadına tahakküme, bütün ‘mukaddesâtımız’a dil uzatan dinden çıkmıştır ve katilleri vaciptir, vesselâm!”

Daha önce de arz etmiş idim ey Azîzan, dinde de, dinsizlikte de dayatma (ikrah) olmaz! Kötü dayatmaların kötü tepkileri olur. Dünyaya hâkim görünen şer gücünün elinde oyun taşı olmak istemiyorsak, önce “kişilik bölünmesi”nden kurtulmalıyız. Yüce Sevgili’yi tanımalıyız. “Üç günlük dünya hayatı”nda atılan “olta”lara iltifat etmeyip Resûl-i Ekrem’in (s.a.a) sevgisini kazanmayı her şeyden üstün tutmalıyız. İnsanın önüne, “Ya kapan (tuzak), ya kapan!” yol ayrımı, ikilemi de gelebilir. Kapana düşmektense, her türlü tehdide rağmen doğru çizgide sebat etmelidir. Bunun için de Yüce Sevgili’yi Emîrü’l-Mü’minîn’in tanıklığıyla tanımak gerekir. İslâm, Makyavelizm’e asla geçit vermez. Emîrü’l-Mü’minîn İslâm’ın “siyaset” anlayışının ahlâk ilkelerinden asla ayrılmayacağını belirten şu muhteşem sözü söylemiştir:

“Andolsun Allah’a, sağ avucuma Dünya’nın bütün güç ve servetini koysak ve geri almamak için de şu yerde yürüyen karıncacağızın ağzındaki daneyi çekip almamı şart koşsalar, ben bunu yapmam!”

Başka söylenecek söz kaldı mı? “Ya kapan, ya kapan!” dayatmalarını derhal hakkın terimlerine, ahlâkın terimlerine çevirmemiz gerekir: Ya hak, ya batıl! Bundan sonra hakkı görürüz ve hüsrana uğramamak için “Hak ve sabır ile öğütleşenler”den oluruz.

“Hepimiz Ergenekoncu’yuz!” buyrulmuş. Ben değilim! Herodesler siyaset meydanlarında kıvıran Salome Misillû rakkaselerin fendine bend olup Yahya’nın mübarek başını mükâfat olarak sunma cinayetini irtikâp edebilirler. Ali’yi gerçekten izleyenlerse, Salome’ye, karınca ağzındaki taneyi bile vermezler.

Doğru düşünen, Doğru’dan ayrılmama azminde olan bir Hanım kardeş; benim geçenlerde, “Hukuk asgarî ahlâklılıktır.” sözünü tekrarlamam üzerine bu sözün yanlış anlaşılabileceği konusunda haklı bir endişeye kapılmış. Bu sözü “Pozitif Hukuk, Tabiî Hukuk ve Evrensel Ahlâk’tan, kendi takdir edeceği bir miktarda iktibas yapabilir, sos olarak kullanmak için meselâ, ‘Yüz gram adalet, elli gram da ahlâkî vazife tart! Asıl malzemeyi batıl bakkaliyesinden alacağım.’ diyebilir.” tarzında yorumlarsak, elbette yanlış olur. Burada, Pozitif Hukuk; Doğru Davranış Felsefesi’nin belirlediği “yaptırımlı davranış kuralları”nın bir miktarını alıp gerisini terk edemez. “Adalet” bir bütündür. Ancak, “Adalet”ten başka, bir de “ihsan” ile, “îsâr” ile, “birr” ile, fedakârlık ahlâkı ile emredilmiştir. Pozitif Hukuk, Ahlâk ve Hukuk’un ortak değeri olan “adalet” de, kendi belirlediği bir “asgarî”yle yetinemez. Adalet, bütün boyutlarıyla “asgarî ahlâk” demektir. Fedakârlık ahlâkı bu “asgarî”nin de üzerindeki “birr” alanıdır. Yine bu konuda konuşuruz ey Azîzan, Yüce Sevgili’yi insanlığa gönderen Rabb’e hamdolsun! Yüce Sevgili’ye sonsuz sevgi ve bağlılık!

(Sayın Hatemî hocamız bilindiği gibi her sayımız için özel bir yazı veriyordu; ancak bu makalenin önemine binaen Yeni Şafak gazetesinde yayınlanmasına rağmen dergimizde de yayınlanmasını istemiştir.)